22 Ağustos 2011

Kir


Hangi güzelliğin sonuna saklandığını bilmiyorum ya da neyi benden daha fazla hak ettiğini. Aslına bakarsan şu saatten sonra umrumda da değil. Sinyalini verip yanımdan hızlıca geçen hayatın peşine takılacak kadar yakıtım var. Gittiğim yerden terk edildiğim şehre kadar santim başına düşen acıların üstünden geçiyorum. Her şeyin arkasına kirlettiğim düşüncelerimi yapıştırdım bile. Bitmek bilmeyen isteklerimi, her zaman daha fazlasına esir eden gelgitlerime ruhsal hal demeye zorlanıyorum alçak bir boyacı yüzünden. Somut değerleri isimsiz anmaya gayret ediyorum. Bir çoğu bedenime sürünen geçici sıvılardan daha anlamlı değil. Bıraktıkları lekeleri sıra dönüştüren temiz yüzlü izlenimlere inat daha fazla kirli gözükmek istiyorum. Sayısını bilmediğim gerçek arkadaşlarımın gözlerine ama gözlerinden en derinlerine çıplak çıplak bakabilmeyi istiyorum. Toplum beni daha fazla sindirmeden, kendi kamburuma basıp eğrinin doğru yüzünü doğurmak istiyorum. Bana hitap edileni değil, sırtımı döndüğüm geçmişin hatrına, yüzüme vuran rüzgarın izlerini geri istiyorum. Her gece ayrı bir kaçış planına gözlerim yorgun düşerken, her sabah, neşeli uyanmaya niyetli orospu yeminleri dudağımdan döküyorum..

Kendime dönük oturdum bu gece,
içsek iyi olmaz mı?

15 Ağustos 2011

Arka Bahçe


Neresinden dokunabilirim bilmiyorum. Süreç içerisinde önceliklerimizi kasaba meydanına dönüştüren ve etrafına kurdukları gölün ölüm sessizliğinde, kendimizi beklenen sona hazırlayan hallerimiz hiç gerçekçi gelmiyor bana. Daha çok seçme özgürlüğünü kullanan zihinle sırdaş kalbimiz. Duvarlar arasına yerleştirdiği huzuru bulamıyor bir başkasında. Zaman geçtikçe o kadar engel koyuyorlar ki etrafına fark edilmeden içine kadar sızıyor karanlık. Kemiriyor, daraltıyor ama gözünün önüne yerleştirdiği pencereden asla hissettirmiyor. Tercihlerle ilerleyen daha doğrusu yer değiştiren bir hayatımız var. Hikaye, isteyip de elde ettiğimiz ve zihnimize önemini her gün kodladığımız bir olay ile başlıyor. Gücün, farkın ve en önemlisi hayatın içine daldığımızda, doğuştan depresif solunumumuzu bir kenara bırakıyoruz. Seçimle beslenen ve kendi döngüsünü motive eden ortak zihniyete sahip olduğumuz için hemen seçenekler yaratıyoruz kafamızda. Çevre seslere kapatılan ve sadece formaliteye dönüştürülen arkadaş nasihalarını kolayca umursamayıp karar anını, sabırsızlığımızı zorlayarak kendi önümüze koyuyoruz. Kabusunu gördüğümüz kaçan trenin arkasından koşamayacak kadar alternatif ve yıkık  bir ruha sahip olduğumuz için gürleyen başarımızın sesine gidiyoruz. Bir kaç müsvetteye karalanmış ünlemli cümleler ya da masaüstüne yerleştirilmiş gülümseten bir fotoğrafa sığdırılmış motivasyonla, sırtımızı arkaya yaslarız ve o ilk anı hafızamıza kazıyarak sonlandırırız tek kişilik gösterimizi..

Belli bir süre yarattığımız boşluğun ve her geçen gün daha da gölgede kalan başarımızın rahatsızlıyla, geçici asosyal krizler yaşamaya başlarız. 30 unda kendi mezarımıza uzanacakmış gibi bakarız, aldırış etmemeye programlı egomuza. Sonunda elimizde kalacak olan alçağa bilinçsizce sarılma sendromu, kollarımızı geçici bedenlere bırakır. Düşünmeyi geride bıraktığımızda ve başka bir kalp bulduğumuzda sesini duyama bileceğimiz, zamanın fazlalıklarından kabuğuna dönerek uzaklaşmaya başlar beden. Canını yakana duyduğun saygıyı, güçlü olmaya çalışan çocuğun, sütle kandırılması kadar saf cümlelere emanet ettiğinden, başka gürültülere kapalıdır kulakların. Alışkanlık ve acı eşiğini geçtiğinde hissizleşen, rutinleşen bakışlarımızı saklamaya başlarız. Hep ona kırıştırdığımız göz altı çizgilerimiz de aslında düşerken işlediğimiz korkuya aittir. Zamanlamalar ve kaçışlar konusunda usta olup çıktığımız, kimsenin bizi sorgulamasına izin dahi vermediğimiz, geçmişi unutup geleceği endişe etmeden yaşamaya programladığımız kum taneleri, akıp gider. Arada sırada sahile vurur gözden kaçanlar. Temiz bir sayfaya yıllanmış kurşun kalemle bırakılan izler, gün batımında göz yaşlarımızın üzerine bırakılsa da, arka bahçemiz her zaman hayata bir adım uzaklıktadır..

Gün gelir dönmeye başlayan başımıza, artmaya başlayan pişmanlığımıza sığınarak geçici istek patlamaları yaşayıp, ayar tutmayan radyoda sesimizi duymaya başlarız. Kelimeleri yan yana koyup bir şeylerin yaklaştığını ve her gecenin geriye dönemeyecek kadar karanlık olmaya başladığını fark ederiz. Ve bir sabah uyandığımızda uyuşan ayak parmaklarının yavaş yavaş açılmasını beklerken ve perdenin arasında sızan güneşin seni ne kadar kızdırdığını düşünürken, tüm bedenine yayılmış hastalığın, kafanı gömdüğün yerden filizlenmeye başladığını fark edersin. Sanki bir geceden bir sabaha ve sadece derin bir nefese bağlıymış gibi geçerken incelersin o çizgiyi. Güzele uyandığın gün, güneş hep içerden doğarmış..


İyi Geceler..

Hızımı alamadım

Related Posts with Thumbnails