29 Ağustos 2010

Kafa Notları: Cinnet Felsefesi

Bunalan sadece içim olmadığı apaçık ortadayken, sünger yutmuş duygularım daha ne kadar her şeyi içine alabileceğini sorgulamak, aklıma gelmiyor değil. İspatlanmış formülleri kullanmak, çözemediğim her problemin tekrar başa döndüğünü kanıtlarcasına benimle oynuyor. Düşerken, her seferinde yastıklı ellerimle yakaladığım bedenim, sonrasında daha yüksekten atmakta kendini. Kaçışını planlayan gözlemler arasında birden kendine hedef seçen düşüncelerim, içimdeki doğaçlama ihtiyacını çabuk karar alarak giderirken, ne yaptığını bilemeyen, kendini sorgulamaktan utanan bakışlarımla beraber başını eğmekte ve var olanı kabullenmiş gibi görünmesine aldırmadan sessiz sessiz ağlamakta. Bir gün ne kadar takıldığınıza dair görüş birliğine vardığınızı düşünmek, takılmak kelimesini bir cümle içinde maksimum iki defa kullanmakla alakalı. Ne kadar dönersem döneyim sağımda çarpacağım bir duvar, solumda aşağıya düştüğüm bir yatağım var, her gece sahte düzlüğüyle bedenimi kendine muhtaç yapan, piçliğini sabah uyandığında düşüncelerimin arasında koşturmaktan utanmayan..
Hayatımda oldum olası, yansımaları sevmedim, daha kelimeyi kullanırken sanrıdan ibaret olduğunu çağrıştırıyor bana. Yansımalarla gerçek görüntüler arasındaki zeminin dürüst olduğuna inanmak, batıl inançların başlangıcı oldu bende hep. Zamanla insan davranışları üzerinde olan yansımaları da fark etmeye başladım, başlarda fark edilmeyeni, görebilmenin verdiği salakça sırıtış zamanla yansımalara neden olan canlı türlerine edilen ağır küfürlere kadar ilerledi. Kendi bedenimde  başkasının yansımalarını taşımak, nefretimi yenildiğim her oyunda bana bir can hakkı verecek joker olarak görüp, sorgulama kısmını kısa tuttuğum nadir anlardan bir tanesidir. Bu nedendir ki bedenime yapılan zulmün yansımalarını elim kolum bağlı izliyorum. Çaresizce etrafıma medusa(bilmeyenlere) bakışları fırlatmak ve sonrasında sana verilen taşların arasında kendine oyun üretmek, çürüdüğüm gerçeğinin ilk aşaması olarak kabul görülmelidir.
Çürüdüğümü kabulleniyorum, bundan kurtulmak için yapacak çok fazla bir şeyim kalmadı. Uçlarının yandığı parmaklarımda tutuyorum sevgimi, sıkıca kucaklaya bilme ihtimali,  yorgunluğumu unutturan ama çok sevdiğim ufak bir rüzgarla, ellerimden düşmesi de her gece gördüğüm kabusum. Böyle durumlarda Nietzsche nin kendi hastalığı olarak adlandırdığı ümitsizliği, iliklerimde hissedip, benimle bir bütün oluşturduğunu inkar etmek, biraz da felsefenin içinde kaybolma isteğimdendir. Şimdilik hoşça kalın..

Uçan tavsiyeler: 1) Bir pazar uyandığınızda birini çok özlemeyin..

Zerdüşü dinlemek lazım..
"Kendi alevinle yakmaya hazır olmalısın kendini, önce kül olmadan nasıl yeni olabilirsin ki?"



25 Ağustos 2010

Kafa Notları: Sızıntılar

Az önce yaptığım spordan olsa gerek alnımdaki terler aksi taktirde cevabını veremediğim soruların azap döngüsünde beni kıstırdığını düşünebilirim. Yine bardağın boş tarafına bakıp dolu tarafını düşünmeliyim ya da ne bileyim yeni bir şeyler bulurum elbet.  Bu günkü sabaha uyanmak garip bir histi, normal de bir şeyler beynim de planlanmış olurdu, son zamanlar uyurken telefonu yanıma alma dışında edindiğim net alışkanlıklarım vardı, hafifçe gözlerimi açar gün içerisinde olacakları değerlendirirdim ve tatilde isem ağır ağır yataktan inip sabahın üstüne yerleşirdim fakat bu gün tamamen bir boşluktu sanki. Hani bilim kurgu filmlerinde baş roldeki oyuncular bir anda kendilerini hiç tahmin etmediği yerde bulurlar, başlarını sağa sola sallayarak sanki beynindeki parçaların yerine oturmasına yardımcı olmaya çalışırlarya işte tam aynı manzara. Bir gece önceki fırtınada batan tekneden tek kurtulan olarak tropik bir adada yeni bir sabaha uyanmak, biraz şaşkınlık yarattı ama hoştu.. Düşünmezdim böyle bir başlangıç ama fark etmeden bedenime oturan şüpheler kendince hazırlıklarını yapmış aslında. Sadece teşekkürler..
Bugün 3 aydır biteremediğim kitabımı bitirdim ve yenisine de imzamı atıp başladım, ilgilenemediğim kulüp işlerine geri dönüp motivasyonuma küçük hediyeler aldım. Minicik hayatımda kendi yaptıklarımla mutluluğu birazcık alt seviyede yaşıyor olsam da nefes almak aslında yeterli, bunu hissettim. Sorun şu, çok su yutmuşum  midem bulanıyor, içimdekileri kusmak istemedikçe zorlanıyorum ama içimde kalmasında ısrarlıyım, parçalara ayırdıkça kullanılacak, daha çok kırıklarım var. Tek başına yaşam, birazcık mutualizm ile birlikte parazit yaşamı da öğretti sağ olsun..

Asla deniz kenarına gidip yaşadıklarıma küfür etmeyeceğim, dediğim gibi canımın sürttüğü taşlarda yıpranan ellerime bakacağım yine onları güzelleştireceğim. Belki oturup içeceğim içtikçe yine güzelleşeceğim, ben yine kendi yörüngemden selamyacağım sizi, onu da.. Yazılarımda son kez kullanıyorum üçüncü tekil kişiyi artık, birince tekil kişinin kalbini kazanmam lazım çok ihmal ettim onu.


Bu arada değinmeden geçemeyeceğim, dün geceki fırtınada attığı can yelekle, sabaha uyandırdığın için teşekkürler..

21 Ağustos 2010

Kalp Notları: Saklambaç Oynar mısın?


Kararsız her yanımı dondurmak istiyorum. Bana sundukları soru işaretleri, bir akşamüstü deniz kenarında denize sorarak, içine bunalım sokulmuş ruh halleriyle çözülecek sorular değil. Canım sıkılıyor denemez ama bir şeylerin ters gittiğine dair alarm vermekte bedenim. Ne yapabilirim bilmiyorum. Yaşadıklarımı kaşıdıkça içleri acı dolan tırnak aralarım var. Birikmişliğin verdiği yoğunluk aslında gitgide hafifleyen ruhun terazi yanıltmacalarından başka bir şey değil. Kendine koyduğun sınırları aştıkça beynin otomatik sorular meydana getirir. Kapatırsın gözlerini seçenekler gelir, biraz daha sıkarsın gözlerini cevabı da söylesinler diye ama sadece netleştirirler sen daha iyi ezil daha çok hisset damarlarında kararsızlığı diye. Belli bir süre peşinden gelirler. Sen oynatırken masumca parmaklarını havada şekiller yaratmak için, hayalet bakışlar atarlar zihnine. Gündüz kabusları yaşarsın ve gözlerini açmak kurtaramaz seni. Zaten diri diri gömülmek için seçilmişsindir neden vahşetin içinde iyilik ararsın ki? Beyin kıvrımlarin uyuşarak yasını tutar, belki bir kaç implus vardır göz yaşlarına izin verecek..

Değişen değişkenlere halen sabit gibi bakmak benim ahmaklığım olsa gerek. Bunu görmemezlikten gelmekte yine benim güçsüzlüğüm. Hataları omuzlarıma koyuyorum. Belki bir rütbedir bir tek kurşun dahi atamadığım savaştan. Bak yoruldum demiyorum çünkü koşmuyorum. Sadece ufak adımların toprağa bırakacağı izleri düşünüyorum. Gelecek zamanla biten cümlelerden nefret ederken yine gelecek zamana kusuyorum her detayımı.

Bu yazıyı yazarken o geldi. Belki de son gelişi bilemiyorum ama hayatım da ki her şey gibi yazım da yarım kalsın istiyorum. Yazmıyorum!

18 Ağustos 2010

Kafa Notları: Bulanık Bunalımlar..

Klavyemin üzerine konan kelebek, sanki bana dokun der gibi duruyordu ama ona yaklaşırken hemen uçması ve ellerimi klavyenin üzerinde yalnız bırakması sanki bu yazıya başlamak için atılan ilk kurşun gibiydi. Bu aralar itilerek yaptığım onca şeyden sonra neden bir şeyler yazmayayım diye ufak bir mahkemeye hakimlik yaptı salak saçma düşüncelerim. Çok uzun zamandır parça parça yaşadığımı hissetmemiştim. Biraz zorlayınca kendi çeperini, yaşam sıvım, bana yaptığı ihanete vicdan bularak dışarıya akmaya başlıyor, zihnim bir luna parkta kendisini en çok bulandıracak oyuncağı bulup oynamaya başlıyor. Bu bazen geçmişte unutulana geri dönme gibi algılanabilir, sadece yer ve zaman farklıdır, düşünceler ve ruhun ise bıraktığın gibidir. Can sıkıntısı yapabilirsin, hafif bir depresyon başlangıcı aslında aradığın en iyi fondur yalnızlığına. Bugün iftardan sonra kapı önünde, yavaş yavaş siyaha bürünen renkler eşliğinde, hafif bir esintiye yalvarıp, gözlerini denizin önünde kapamak ve kulaklarıma biraz müzik vermek ne kadar iyi geldi anlatamam. Nerede oluşmuş bilmem ama ne kadar saflık varsa hepsini birden zihnime pompaladı. O kadar kısa sürede yaşanılan ne varsa hepsinin, trajik kalıntılar gibi bende yer edinmesi, belkide fark edemediğim sapkınlığın en büyük örneğidir. Alışkanlıklarımı bana unutturan bir şeyler var. Günlük tekrarlarımdan her gün daha az alıp ruhuma sürerek bana yediren, bu kadar soyut nasıl olabiliyorsun? bana da öğretsen ne güzel olur..

Şuan bir gitar solosunu sonsuza dek dinleyebilirim gibi geliyor. Müzik listeme küçük bir ayarla, kendimi basit bir açlıktan kurtardım. İçimden böyle derin bir ohhh sesi yükseldi ki, zamanında bedenimi yeteri kadar besleyemeyen ben, ona ufak hediyeler alıp gereksiz şımarıklarına göz yumacak kadar da yüzsüz olduğu gösterdi. Bazen yaptığım hatalara bakarken buluyor olmam kendimi galiba biraz da bu yüzsüzlükten kaynaklanıyor. Aldığınız kötülüklerin her ne kadar reçetesine bakıp, kafanızda günahını tartsanızda, kimyasında olan şeytanlıkların sizi nerede ne zaman yan etkileriyle başbaşa bırakacağını kestirebilmek çok zor. Eliniz kolunuz bağlı hissi veren ve sonrasında kalbinizi aşağılık hissiyle yakan her neyse, aradan zaman geçince canın cehenneme demek istiyor insan tüm gücüyle..

Bir yerlerde birileri, hayatta her şeyi dengelemek için deli gibi uğraştığını düşünüyorum. Hatta terazinin icat edilmesini, aynı cins iki şeyin ağır olanının daha değerli olmasını, bu bireyler tarafından uydurulduğunu aklımdan hiç çıkarmıyorum. Bu kadar yüzeysel kavram arasında dengelerin basit sabitlere dayandırılması, bunun  adeletsizliğini damarlarında taşıyan biri için çok acı verici. Acı demişken birileri ne olur içimden geçmeyip, üstümden ya da başka bir tarafımdan geçen acı icat etsin. Kıymık büyüklüğündeki acıların bile canıma kıydığı şu günlerde böyle bir istek, yalvarma boyutlarına kadar ulaştı. Son günlerde yüzüme çarpılan birbiri kopyası şeyler, bir noktadan sonra can sıkıntısı olmaktan çıkıp kendine özel parçacıklar ekliyor. Örneğin, can sıkkınlığını anladığın anda 5-10 sn duraksama, boş boş bir ekrana bakma gibi şeyler. Sanki ruhum al kendin ne halin varsa gör, ben biraz hava alacağım diyor bana. Bilemiyorum..

Yazının başında klavyemin üstüne konan kelebek, şuan ekranın üstünde yavaş yavaş dolaşarak, tüm albenisiyle beni, ellerimi çağırmakta. Bu da galiba yazının sonuna geldiğimin de bir göstergesi olsa gerek. Ne yalan söyleyeyim, kelebeğin başından beri sen olduğunu sanıyorum. Senden daha çok yazı yazmamı isteyen var mıdır? Şu anda herhangi bir şeye senle ilgili ufak bir anlam yüklemek, daha yeni başlayan geceye jilet atmak gibi.Ne kadar uzaklaşırsan o kadar benimle başbaşa kalacaksın. Bunu henüz göremesen de yakında anlayacağına eminim..

Yazının başındaki açlığımı doyurmakla kalmayıp, yine çok derinlere inerek kendince ufak bir konser verdin acılarıma. O, gitarla sevişen adam, o sesiyle beni bu dünyadan koparan adam. Şuan huzurumu bozacak her şeye bir yalan bulup kendini sevdiren adam. Daha binlerce özelliği var. Ve o sizlerle..

17 Ağustos 2010

Kafa Notları: Sıradışı Olaylar 1

Ben cidden aranıyorum. Yani tamam kendimce bir özgürlüğüm, bir bağımsızlığım var ama bunun hep bir noktada sonlandığını unutuveriyorum nedense. Dün gece çok garip bir olay yaşadım. Hani kötü bir şey değil ama kızgın demirlerle kocaman soru işaretleri bıraktı bedenimde. Canım da yanmadı değil hani yoksa neden bir insan gecenin bir vakti yatağından delice bağırarak düşer ki? Bu olayı anlatacağım ama daha önce ufak yan unsurlar var belirtmeden geçemeyeceğim. Geceden hafızama kazınan en belirgin iki unsur biri annem biri de abim. Ben doğduğumda 11 yaşında olan abim o yaşından beri sürekli anne ve babama ısrar etmiş onunla aynı odayı paylaşmam konusunda. Yaşıtları ergen krizlerine girip tek başına bir odaya sahip olmak isterken o hep benimle aynı odada kalmak istemiş. Değeri o kadar fazla ki benim için, küçükken o yattığında, onun nefesini dinleyerek uyurdum, bana yanımda olduğu hissini her zaman verebilmiş bir kaç insandan biri bu dünyada. Dün gecede kendimi yerde bulduğum ve beynimin mantıksızlık içinde kendini afallamış hissettiği anın hemen başında abimi bana sarılmış bir vaziyette 'bir şey yok geçti ' derken buldum. Çok geçmedi annem de geldi. İnsan ne kadar lanet durumda olursa olsun kendini güvenilir ellerde hissettiğinde, beyin hemen perdeler çekiyor yaşanılan kötü anılara. Dün de bu olaydan yarım saat sonra tekrar uyuyabildiysem tek nedeni budur. Anneme de biraz değinmek istiyorum. Gece boyunca üç kez kontrol etmiş beni bir şey var mı diye ama onun fiziksel bir yakınlık göstermesine gerek yok. Ne zaman nerede olursam olayım bir yerlerde ben gözlerimi kapattığımda gelip başucumda beni izlediğini  düşünmüşümdür her zaman. İnsana garip gelebilir yaşayan bir annenin hayalet statüsünde değerlendirilmesi ama onun yaşarken ki yaptığı hayal edilemez şeylerin ona böyle bir özellik katabileceğini düşünüyorum her zaman..

Artık bir alışkanlık olmasını istememden midir ya da zaten bir alışkanlık olduğundan mıdır bilmiyorum ama her yazımda ondan bahsetmeden sonlandırmak bana biraz kendime ihanet gibi geliyor. Çünkü burada kurduğum cümlelerin hepsinde ben varım, düşüncelerim, duygularım, her şeyim. Eee durum böyleyken her gün düzenli olarak her şeyimsin dediğin insanında burada olmaması en başta beni rahatsız etmekte. O hayatımda oldukça (ki bu ben ölene kadar sürsün istediğim bir şey) benim yazılarımda her zaman bir yeri olacak. Rize de neredeyse her çocuğun, bir anneannesinin bir dedesinin eski evi bulunmakta. Bir çokları artık o evlerde kalmazlar ama gözleri gibi bakarlar, her şey mükemmeldir o evlerde. Ben kendi kalbimi de öyle bir evde büyüttüm. Bugünlerde o evde, sadece odalarda sesinin yankılarını duyabildiğim birisi oturuyor. Varlığının verdiği huzurun, gitme korkusuna açtığı savaşta belkide tek galip gelebilecek insan o hayatımda. Sana ait düşüncelerimin hep bir ağızdan söylediği bir söz var bugünlerde, ' iyi ki varsın '..

16 Ağustos 2010

Kafa Notları: Ruhsal Oyunlar

Çeşitli kalıntılar arasında tozlu bir kitap bulsanız, acaba alıp içindekilere göz gezdirir misiniz? Bu sorunun cevabı benim için her zaman evettir. Çilingir düşünceleremi dünyanın her yanına salmışken bölesine gizem kokulu bir olayı nasıl ve neden es geçebilirim? Tabi böle bir kitap bulmadım ama yaşadıklarıma hayal dünyasından bir kapak lazımdı, çok zamanım olmadığından içindekiler sayfasından ilk gözüme çarpanı seçtim. Bir kaç gün önce kötü bir gece geçirdim. Korkmayın hasta falan olmadım sadece ruhum bir insan bedeninin altında azıcık ezildi. Fiziksel olarak insan acı çekerken mantık sınırlarında dolaşan düşüncelerden uzak olur genelde. Çoğu zaman boş şeyler ve refleksler bu nahoş balonun içini doldurur. Fakat ruhsal bir acı çektiğinizde beden ve zihin yavaşlar, düşünceler sapıkça her tarafa saldırır. İndirmenin sınırsız olduğu bir müzik sitesinde olduğunuzu düşünün önüne gelene tıklıyorsun. İşte tam böle bir durum neyse o anlarda zihin ve beden birbirine küser uzaklaşır, bedenin biraz önden yürür, sen biraz arkadan ve biraz yukarıdan onu takip edersin. Boyca uzun ve kibirli bir çocuk olmuşsundur, önündeki bedene lanetler yağdırmaktasın fakat çocuksun işte sürekli sorgulamakta, eşelemektesin bulunduğun ortamı. Evet ben de eşeledim. Açıkcası buna benzer bir durumla karşılaşmıştım bunu da açıklayacağım konuya döneyim şimdi. Ne mi oldu? Yerde şaçma sapan bir şekilde duran telefonun şarj aleti, o gece yaptığım konuşmanın en son şahidi, çekyatın üstünde duran kumanda ise o gece sağ elimin değdiği (konuşurken telefon sol elimdedir genelde) en son cansız madde olarak zihnimde belirsiz bir duygusal mana yükledi kendine. Bunu yapan kesinlikle uzun boylu kibirli çocuktu çünkü asıl bedenim çoktan kendi acısının çaresiz labirentleri arasında sağa sola toslamaya başlamıştır o sırada. Anı o kadar yavaş hissettiğinde insan algıları da tarifsiz bir hiperaktifliğe bürünüyor. Bazı şeyleri inanılmaz zorladığımın farkındayım. Yeni tutmuş bir yara kabuğunu koparmak istersiniz, canınız yanar ama ufak ufak devam edersiniz koparmaya. Tam olarak böyle bir şey bilinci yaşadığın zamanın içine sokuşturmak..

Gelelim insan ruhu bedenden biraz olsun uzaklaşabilir mi ve bu isteyerek yapılır mı sorusunun cevabına. Bence insan ruhu bedenden uzaklaşabilir hatta terk bile edebilir sizi. Henüz başıma gelmedi ama bir gün boş gözlerle sağa sola bakıyorsam anlayın ki tinsel olarak dul kalmışım. Peki bunu isteyince nasıl yaparız? Gürültülü veya sakin bir ortam fark etmez kendinize bir nokta seçin ve 360 derece etrafınızda ne var inceleyin sonra ellerinizi açın ve gözlerinizi kapatın zihniniz özgür olsun. Etrafındaki şeyleri düşünürken, hafif dokunuşlarla , sinsice duyguların, seni ruhunun süpürgesine bindirip, biraz uzaklaşmanı sağlayacak. Bir uyarı da yapayım. Çok uzun süre gözleriniz kapalı kalırsa zihniniz mızmızlanacak ve size ortamın algılarını tattırarak yere sertçe iniş yapmanızı sağlayacaktır. Benden söylemesi..

Bu yazıyı yazarken, kalbim de bir yandan böyle pembe pembe düşünceler, hayaller pompalıyor zihnime. Bunlardan birini az önce onunla paylaştım, sizinle de paylaşmak istiyorum. Yazı yazmayı sevenler ve kalbinde bir çocuk büyüten insanlar olarak, sevgilinizle beraber uyuduğunuz bir geceden sonra biraz erken uyanıp, hafif bir müzik eşliğinde( şu çalabilir ), sabah esintisinin ürpermişliği ile her nokta koyduğun cümleden sonra ona bakarak yazı yazmayı hayal ettim. Harika bir duygu..

13 Ağustos 2010

Kalp Notları: Bir arada hayat yazar mıyız?

Çok mu farklıydık acaba? Bunu neden kabulleneyim ki kurdugu her cümleye katılıyorum, o benim herşeyimi biliyordu. İçimdekileri öyle güzel dile getiriyor ki ben sadece susup söylediklerini hayal ediyordum. Utanmamı evet utandığımıda söylerdim arada bilki  benim utanmam değildi sadece seni çok fazla hissetmemin bedemine uyguladığı anlamsız reaksiyondu. Söylediğin herşeyi istiyordum, sadece evet sadece istiyordum. Yıllarca ufak bir şehirde yaşadım, çevremdeki acıları, sahte ilişkileri ve mutsuzlukları biriktirdim hep. Sakladım kendimi, bir odam, bir pencerem, bir kalemim vardı. Ben onlara anlattım içindekileri hep. Yine bir oda da bir pencereye bakıp bir iki kalem darbesiyle girdin hayatıma. Girmek kelimesi bu kadar aşağılık hissedemez kendini çünkü bu farklı birşeydi. İnsanın doğruluğunu ispatlaması için kendini tokatlaması gibi birşey bu. Yapmadım da değil.. Geride bıraktığım 11 günü, 11 yılmış gibi düşündüren neydi? Yıkmamışmıydık biz birçok şeyi? Beni eski ilişkilerine benzetirken ki tek fark sadece senin duyguların mı sadece? Yazdıklarına o kadar katılıyorum ki ama bir noktayı görememen ve o noktanın ilişkimizi bitiriyor olması bedenimde nasıl etki oluşturduğundan bahsetmeyeceğim. Evet belki dışardan bakıldığında herşey benzer ama ailem önce ben odaklı bakar sonra benim bakış açımdan bakıp olayı yorumlar. Son konuşmamızda o kadar iyi anlamıştım ki yarın bu böyle bir yazı yazacağımı lanet olsun gerçekten tanıyorum seni. Şimdi annem gözlerim içine bakıp barıştınız mı diye soruyor ve defalarca özür diliyor söyledikleri için bunun hiç mi anlamı yok? 51 yaşında bir kadın yaptığı hatayı kabullenip özür diliyor ve... bunu yaptı mı önceki çocukların anneleri? Herşey farklı ama çok şey aynı bizde. Yıllarca aynı küçük bir şehirde yaşamış sadece etrafındaki örnekleri görebilmiş biri için bu söyledikleri yetmez mi? 

Olmayacak gibi duran herşeyi devirmişken ben neden olmayacağına inanıyayım ki ya da nasıl inanayım söyle bana. Dualar, sen hayatıma girdiğinden beri her gece uyumadan önce tek sığınağımdı ve öyle olacak. Sağ omzunda ben sadece kelimelerle değil o an  gözlerimi kapatıp orda hayal ettiğimi düşündüğüm için ordaydım ve sen orada olduğumu bu yüzden hissettin..

Şimdi ne yapmalı? Hoşça kalın ardından hoşça kal denmeli mi tekrar? Buna cevabım kesinlikle hayır.. Ne zaman olur yada olur mu bilmem ama benim 19 yaşıma kadar öğrendiğim en güzel şey beklemekti. Şimdi bunu kullanma zamanı. Bu blog çoğu zaman beni anlattı şimdi de beni anlatacak. Benim bekleyişimi..

Bir görevim vardı ama bitmemişti bunu kendin söyledin ve şimdi ben söylüyorum. Sunu da biliyorum böyle yüzlerce yazı yazıcam ve hepsi söyle bitecek 'Ne dersiniz ikimiz bir arada hayat yazar mıyız ?'..

Ağzıma şıç Zakk Wylde..http://fizy.com/#s/1dw9nn

12 Ağustos 2010

Kafa Notları: Wish You Were Here

Şuan damarlarım isyan ediyor, ona kullanılmış hissi veriyor akan kan. Evet biliyorum aslında tüm bedenim isyan ediyor. Her bir parçam tek bir hücremi dahi kabullenemiyor. Tıbkı benim de yaptığımı kabullenemediğim gibi.. Hayatta göğüs kafesimi zorlayan en önemli şey alışkanlıklardır. Öyle lanet bir bedenimiz var ki iyiye, kötüye, her şeye hemen alışmakta, ufak bir değişiklikte sağa sola hesap sorup sonrasında kendi odasına çekilip hüngür hüngür ağlamakta. Bakmayın aslında küçük bir çocuk gibi davrandığına, yeri geldiğinde en büyük yaşanmışlıkları normalmiş gibi gösterecek olgunluğa da sahip ama bu söz dinlemez, başına buyruk tavırları önce insan ilişkilerini sonrada sahibi olduğu bedenin en canlı noktasına bir damla zehir gibi akmakta ve geçtiği her yeri istisnasız kurutmakta. Nereden mi biliyorum bunları? Çünkü şuan bedenimin büyük bölümü kurumuş durumda. Canlılığını hissettiğim tek şey kalbim, o da içinde 'sen' olduğundan..

'Biliyorum', bu kelimeyi kullanmak o kadar berbat ki insan zihninin kendine harakiri yapması gibi ölümcül ve bir o kadar isyankar. Ne zaman gelirsin bilmem ya da gelir misin? Şuan bedenim bu şarkıda ağlıyor, katılmak istersen ben..


pink floyd-wish you were here

11 Ağustos 2010

Kafa Notları: Sessizlik Sensin

Hayatta birçok çoğalma mevcuttur. Bunların bazıları sevgiyle harmanlanır bazıları felaketle. Ne zaman bir kutunun içinde biriktirsem yaşadıklarımı, bir türlü bütüne hizmet etme fedakarlığını gösteremedi. Bu nedendir ki ben hep felaketleri çoğalttım. Biraz yalnızlık daha çok umutla aslında her zaman bir mucizenin kucağında ağladım. Evet bugün görüyorum ki gözlerimden akan yaşlarımın açtığı oyuklar, yerini en saf mutluluklara bırakmakta. Zaman o kadar değerli ki, tam bitirecekken kendini bir rakı sofrasında, geri geliyor her şey senin bir göz tek kırpışınla. Şuan kelebek etkisi hayatım onun bir kanat çırpışı ile şekillenmekte. Öyle serseri bedenler arasında yol almışım ki   bunca zamandır bir insan çölünde bulunduğumu, yarı halüsinasyon görerek fark ediyorum. Bunca zamandır bize enerji veren güneş sinsi yanını yeryüzünün en cansız yerinde tam çölün ortasında insana göstermekte. Yılmayacağımı biliyordum, tek tek önüme koyulmuş kum tepeleri aslında zirvesi  çukur olan zihin bataklıklarıydı. Uzaklaştıkça cazibesi artıyor, ona doğru her adım attığımda kalbim pişmanlık pompalıyordu. Ve o gün beynim, nedensiz bir esintinin şaşkınlığı ile aralarken bilincinin perdelerini, tek bir kıvrımında, ufak bir algıyla keşfetti seni. Benim ten yanıklarıyla dolu çölümde, tek vahamdın..
Zaman eksiden de çabuk geçerdi fakat iki bedenle yaşayınca sanırım daha da kısaldı. Geriye dönüp baktığımda olanları sıralayamayacak kadar çok şey yaşadım son günlerde. Zamanın tek mirası; mutluluk, huzur ve aptal bir gülümseyiş yüzümde. Hal böyle olunca kalp da ayak uydurmalı ritimli yükselişe. Nedenler aranmamalı huzuru bozacak, çok görülmemeli her daim gülümsemek. Bu bir derinlerden yüzeye, gökyüzüne ve senin kalbine sıçrayıştır. Kimse cebinden çıkarmasın  soru işaretlerini, sizde bilirsiniz ki noktasız soru işareti olmaz ama benim buna koyacak bir noktam yok, olmayacakta..


Yazılarımın karakteriyle oynuyor gibi hissetsemde, benim karakterimi taşıdığını bilmek belki de en güzel yanı bu satırların. Bir insan bedenine benim diyebilmek, çocukça bir ego tatmini değil, bir kaderin sınırlarındaki en büyük canlı hediyesidir. Öyleyse yaşamın soluklanmasını beklemeden koşmalı sürekli, bitirmemeli, boşa harcamamalı umutları. Biri dur demiyorsa akan gözyaşlarınıza belki de akmamalı göz yaşlarınız. Biri attıramıyorsa kalbinizi belkide artık atmamalı.. Unutulmamalıdır ki bu dünya da ters işleyen şeyler sizi öldürecek güçte olamadılar. Bir geri dönüşü düşlemek, matemli bir gecede kabus görmekten iyidir..


Leonard Cohen- Dance me to the end of love

9 Ağustos 2010

Kafa Notları: Beklenmedik Beklenen



Minik dokunuşlarla okşuyorsun ruhumu. Birçok bilinmeyene ne çok gizem hapsediyoruz ama farkında değiliz. Oysa ki hayat bazen zırlamaktan öte güzel süprizlerle dolu olduğunu da kanıtladı bana. Benim bir ayrıcalığımdan sebep değil, belkide daha fazla eşelememem karşılığında, onun için ufak benim içinse bir hayatı içine sığdırabileceğim bir hediye verdi. vaktim olsa daha çok neden daha çok soru ve daha az mutlulukla yetinirdim ama inan bunu yüklenecek iştahım yok şuan. Kısacası halimden memnunum. O kadar tazeki olanlar, düşüncelerim gereksiz şımarıklıklar yapıyor, bir sürü virgül koyuyor her hayalime. Sanırım biraz daha açgözlü oluyor. Biliyorum daha sakin adımlarla anılmalı her kahramanlık ama bu hikayeyi yazanlardan biri olarak bir kez olsun kendime oynasam ne çıkar demekten de kendimi alıkoyamıyorum. Neresine tutumsam bilemiyorum. Bu cümle çok depresif bir ruh haline hitap ettiği gibi aynı zamanda sonsuz bir mutluluğun an içinde beyine uyguladığı bir şaşkınlık oyunu olabilir. Zira bunu yaşamakta olan biri olarak ispatını size kocaman bir gülümseyişle sunmak istiyorum.

Tek tek sıralamak istiyorum bütün değişiklikleri ama hangisine nerden nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Altüst kelimesini hiç bu kadar tatlı olacağını düşünmemiştim. Bugünlerde hep ağır ağır kapanıyor gözlerim. Bilincimi kaybetmek istemiyorum. Uykuyu hayatımda hiçbir zaman sevmedim. Bir sürü nedeni var işte hayatının yarısı uyuyarak geçer mi falan diye başlıyor ama bugünlerde bir başka sebep daha var; uyku, seni düşünememe neden oluyor. Belki rüyalarla ufak bir anlaşma yapıp bu sorunu bir nebze olsun azaltabilirim fakat yönetimin benim elimde olmaması hep bir kuşkuya yer açacak gibi..

4-5 gün yazamayacağım dedim sanırım bu süreyi birazcık aştım. Bir iki gün düşüncelerimin birbirini kovalamasını izledim zira bu sefer özne olarak çok değerli birini bulmayı başarmışlar. Beklenen çok beklenmedik bir zamanda gelince bende ortalığı toparlayamamış oldum ama huyumdur çok sevmem dağınıklığı. Bu yüzden  kaldığım yerden devam ediyorum. Şimdilik hoşça kalın.

2 Ağustos 2010

Kafa Notları: İstanbul.


Depresif havaları seviyorum tıbkı bugün İstanbul da olduğu gibi. Böyle havaları hissetmenize en çok yardım eden şey rüzgardır. Rüzgarı da zaten bir tek o zaman severim. Beni serinlettiği için değil, içime girip beni titretebildiği için. Bir başka olur deniz, sanki hayat koca elleriyle bir tutam hüzün atmış ve büyük sözleriyle karıştırıyor gibi. İnsan aklının içine temiz hava pompalar bakıştığınız o kısa aralıklarda. Aslında yüzünüz hep ona dönük olsa da kalbinizin çarpan tarafı ya yerin dibine ya da göklere doğrudur. Zaten kendi seviyesinde olanlar hiçbir zaman memnun etmez insanoğlunu. Kalp atışlarının ona hissettirdiği dinamizm ona sabitlik hakkında düşmanca duygular beslemesine yol açtığı gibi maalesef yerin dibine girdiğinde de bozulan akışın onu beslediğini düşünecek kadar tek boyutlu bir bakış açısına sahip. Hatta bu sürükleyiş insan aklına alışkanlıkla nüfus ettiğinde kendisine hoş gelebilen bir cazibeye de sahip olabiliyor. Korkulmalı bence. Zira acı çekmek bir düzeni değiştirmek değil var olanın içine etmekten öteye gitmediğini düşünüyorum.

Yazarken zincirleme dürtülerle hareket etmeyi seviyorum. Olabildiğince serbest bırakılmış bir akışın, senin, bütün olarak gördüğünde ürktüğün her düşüncenin içine girip sen fark etmeden var olan tüm bağlantıları gözler önüne sermesine bayılıyorum. Ben sadece ipliğimi iğneme bağlıyorum ve gerisini ona bırakıyorum. Bugün yazıma İstanbul ile başlamamın bir nedeni var sanırım çünkü başımı ufak bir şekilde sağa çevirip görebileceğim gökyüzünü ayrılış gününe saklamam tesadüften öte olsa gerek. Aramızdaki sorunları çözdük gibi duruyor halen tutkuyla bağlıyım ona. Üstüne bastığım her parçasının altında müthiş bir gücü barındırdığı ve benim bu titreyen zemin üstünde bu gücü hissederek ayakta kalmaya çalışman bu tutkunun hiçbir zaman kaybolmamasına neden olacağını düşünüyorum. Bu kadar bilinmeyenin arasında kendini bilen bir problem olmak, harika bir duygu..

Şimdilerde başımı kaldırıp, karşıma bakabilmek için geçerli sebepler aramaktayım kendime. Şaraba benzeyen (elma-vişne suyu) içeceğim ile kim daha inatçı diye kendimize sorular sormaktayız. Galiba henüz başım eğikken görebildiklerime dayanabiliyorum. Bu yüzden açıyı dert etmeyip görebildiklerime odaklanmam lazım.

Buralarda olmayacağım 4-5 gün sadece bloglardaki yazıları okumaya fırsatım olur herhalde. Kendinize iyi bakın ve hoşça kalın..

Hızımı alamadım

Related Posts with Thumbnails