19 Aralık 2010

Kitap Notları: Görünmeyen - Paul Auster

"Bir an sonra  sen de kadehini bırakıyorsun. Kanepede arkanıza yaslanıyorsunuz, Gwyn elini tutuyor, parmaklarını senin parmaklarına doluyor. Korkuyor musun? diye soruyor. Hayır, diyorsun. Korkmadığını, çok mutlu olduğunu söylüyorsun. Gywn Ben de, dedikten sonra yanağından öpüyor, hafifçe, belli belirsiz bir dokunuş, dudaklarının senin tenine şöyle bir değmesi . Her şeyin çok ağır, minik adımlarla ilerlemesi gerektiğini, uzun süre duraklamalar ile, evet hayırlarla, yürüyen bir dans biçiminde olacağını anlıyorsun; sen de böyle olmasını istiyorsun çünkü ikinizden biri vazgeçecek olursa geri dönüş için , bu işi aklınızdan çıkarmak için vakit kalır diye düşünüyorsun. Çoğu zaman insanın hayallerindeki şeylerin hayalde kalması iyidir; Gywn de biliyor bunu. Düşünmekle yapmak arasındaki mesafenin büyük olduğunu, dünya kadar kocaman bir uçurumun olduğunu bilecek kadar akıllıdır. O yüzden denizde suyun derinliğini yoklayarak ilerler gibi bebek adımları ile ilerliyorsunuz, dudaklarınızı birbirinizin boynunda, ağzında gezdiriyorsunuz ama dakikarlarca dudaklarınızı aralamıyorsunuz ve birbirinize sıkı sıkı sarıldığınız halde elleriniz kıpırdamıyor. Koca bir yarım saat geçiyor, ikiniz de durmaya niyetlenmiyorsunuz. İşte tam o anda dudaklarını aralıyor, işte tam o anda sen de dudaklarını aralıyorsun ve birlikte bir gecenin içine balıklama dalıyorsunuz."
sayfa - 114

Büyüyorum

Birkaç gün önce söylemiştin kafan güzelken nasıl olursun çok  merak ederiyorum diye.. Bu yazı kafamın en güzel yerinden kalbimin en karanlık köşesine kadar uzanıyor. Belki merakını   biraz giderir, ne dersin? Boş ver birşey deme ben kendim yazayım , zaten alkolun boşlukları doldurduğu zihnime ayık muamelesi yapmak ne kadar doğruysa sürekli atan kalbime yeter artık demek o kadar zor.. yalnış olamayacak kadar zor. Cesaretin egolu yükelişine bir kaç soru bulup kendine getirmeye çalışsam da hep aynı sokakda aynı köşebaşında gözyaşlarıyla kendini kıstırmış durumda buluyorum kendimi. Çok istedim demek ne kadar ironik bu kadar sahte canlılığın sıkıntı verdiği dünya da. Kimin neden ve ne kadar saf olduğunu ararken başkalarının hatalarına kendi ezikliğimizi sığdırmayı bir hak görüyoruz. Böyle zamanlarda bir kaç parmak olmak istiyorum yakana yapışacak, silkelemek istiyorum , miden bulansın istiyorum, kus istiyorum gerçekleri. Kana kana içtiğin sevgini ve açığa vuramadığın dengesizliğini tek bir cümle ile bugünden habersiz yoksul  gecelerime gir istiyorum. Bana hitap etmeyen şarkılar dinliyorum. Amacı bir çift tekerliği döndürebilmek olan  büyük ekrana bakmaya korkan arkadaşlar biriktiyorum çevremde, baktıkları yeri görememelerini sağladığım..
Hep ne kadar gerçeğiz diye sorardım kendime, küçükken sanki birer çizgi roman karakteri sanırdım kendimi, birinin sıkılınca bizi ortadan kaldırdığı. Sonra büyünce bu hayatta neler yalan demeye başladım. Her bakışın arkasında sığınmış bir kalp mi vardı? Ya da ağızdan çıkan her küfürün içinde birine duyduğun nefret mi? Bir ara ayrıntılara takmıştım görünmeyeni görmeye meraklıydım, sonra görünen şeyler arasında görünmez olmaya başladım. Geceleri sevmeye başladım, beni saklayabilen herşeyin arkadasında, altında ben vardım. Dünya uzaktan daha güzeldi sanki ya da ben öyle olsun istiyordum.Sonra biraz daha büyüdüm abimden  nasıl yumruk atılacağını babamdan nasıl ayakta kalınacağını öğrendim.. ve daha hecelemeyeden bir çok kelimenin arasına bir anlamım olmadan yerleştirildim. Her kullanıldığım yerde gözlerimi açıp etrafıma baktım sadece, olmak istenileni olmak bir tür başarı halüsilasyonu olsa da bu kadar çok beyine hizmet etmek delik deşik etti benim dediğim herşeyi.
Biraz daha büyüyünce yavaş yavaş adım atmaya başladım, ilk kez bencil oldum. Sonra hep kendimi düşündüm, o zamana kadar biriktirdiğim ne kadar kredi varsa hepsini sonuna kadar kullandım.  Ne zaman anlamaya başladım bencil olabilmek için bile başkalarına ihtiyacım olduğunu, işte o vakit dinlemeye başladım insanları. Başta çıkarıma hizmet etse de sonradan kişiliğime bürünen yeni bir “ben” geldi dünyaya. Küçük bir çocuk gibi en ufak bir sevgiye bile muhtaç hale geldim. Loş ışık altına bırakılmış kağıt parçaların gibi değerimi hiç bir zaman bilmeyerek yaşadım.  
Sonra biraz daha büyüdüm ve bir kızla tanıştım. Tesadüfe kurban giden iki kazazede gibi davransak da birbirimize, başından beri bildiğimiz bir gerçek vardı. O ve bendim bir şeyleri tamamlayan, hani ilk yudumu aldığınız içkinizin tadında hani süzülen göz yaşınızın bıraktığı ıslaklıkda vardır ya o boşluk. İşte tam o boşluğa denk getirmiştik birbirimizi.. İstemeden sokulduk birbirimize istesek de ayrılamadık.. Kimi zaman zehir olduk birbirmizi felç ettik kimi zaman en ufak gülüşünde kırışan tenimize aşık olduk. Kimselerin bakamayacağı gibi baktık defalarca birbirimize.. ve kimsenin acıtamayacağın daha çok kanattık yaralarımızı ..   

Derin bir nefes aldım, içerde bastırılmaya çalışan düzensizliğe inat olduğum yerden kalkmıyorum. Daha ne kadar ezilecek ki, deri altına bıraktığın acımasız kıymıkların ile, darbe yapacak muhalefetine yandaş arıyan o sözcüklerinle daha ne kadar girebileceksin içeri? Kusurlarımı buldukça her yerinde yediden boğmaya çalıştığın o küçücük havuzda beni daha ne kadar öldüreceksin? Göz yaşlarımı sahiplenip hemcinslerine benzeterek yaptığın ironide bir daha bulabilecek misin kendini?  Bu küçük dünyada  ne kadar büyük oynarsak ne kadar büyürsek büyüyelim, bir kaç yara izi, bir kaç kanat çırpışı ve bir kaç söz uzaklıktasın. Şimdi yine akışına uyamadığım hayatın dert koylarında bana bıraktığı acılara sere serpe uzanıyorum. Şisenin dibi gelse de bu gece biraz daha büyüyorum.. Ve artık ne zaman öleceğimi merak ediyorum..
dün geceki en yakın arkadaşım



17 Aralık 2010

11 Aralık 2010

Söyle..

Alarmın henüz birinci çalışıydı her zaman olduğu gibi ikinciye izin vermeden alarmı kapatıp toparlanmam için gereken 10 saniyemi tavana bakarak geçirdim. Bulanık görüntüler arasında uzun bir aradan sonra ilk kez yalnız uyandığımı hissettim. Bu sabah kimse beni düşünerek uyanmayacaktı, son bir kaç saniyemde bu düşünceyi kafamdan uzaklaştırmak adına tenimle buluşan soğuk zemin, bedene saygısını yitirse de halen insanlığını koruyan bir denge içerisindeydi. Geceden kalan fırtına sesleri yerini sağanak yağmur bırakmış olsa da odadaki zifiriyi zorlayan karanlık zaman olgumu yerle bir etti. Böyle zamanlarda yapılması gereken tek şey vardı. Yorganın altından çıkmayarak öğlene kadar uyumak ve sonra ağır ağır kalkıp geç bir kahvaltı ve üstene bir kahveden sonra ödünç bıraktığınız sıcaklığınızı yorganın altından alıp, film izlemek. Fakat hayat tek seçeneğe bile indirebilmişken beni neden  bütün hepsini elimden almasın ki. Teknik resim uygulamam için dışarıya attığım ilk adımda, içime çektiğim ilk buz gibi havada ve tenime değen o ilk damlada acıdan farklı bir şey değildi düşüncelerimi ayartan. Her zaman geçtiğim yerlerde duvarlara yazılmıştı gerçekler.. bugün metro da kimse gülmüyordu, taksim meydanına çıktığımda durup gökyüzüne bakmıyordum, gümüşsuyu üşütmüyordu ve boğaz, boğaz ilk kez yanımda değildi.. Hepsini özenle tek tek yerleştirdiğim ayrıntılarım yok olup gitmişti bir günde. İçine koyacak ya da sığmadığında taşacak neyim varsa alınmıştı elimden. Ben boşlukta süzülen ihtiyaç duyulmadığında kuruyup yok olan canlılığım ile satırlarıma sürttüğüm bir kaç yavaş nefeste bulamadıklarıma ağlıyordum.. Parmak aralarımdan giren soğuk, avuçlarımda hayat arasa da, çıkmaz yığınların arasında kaybettiği gölgesiyle gövde gösteresi yapıyor. Köşe başında gördüğü kimsesiz bir güzellikten ibaret olan kalp atışlarımdan  geriye kalan talan uçurtmaların fırtına nefretiyim. İki ayna arasında gerçeklerin ters düz olduğu hayat örnekleri bulsam da, bu gece şerefine içtiğim sensizlikten, göğsümü yakan kutsal bir acı hissediyorum. Peki loş ışığın cansız yansımaları için kapattığım gözlerimde,  dudaklarının karşıma çıkması? Bir kabus gibi terlesem de bir ölüden  daha fazla kapatmak gözlerimi? Bu kadar siyaha bulanan bir bedene uzattığın desen oyunlarının, aynı başlık altına toplanan vasat roman yazarlarından farksız olmaması.. Sebepten yoksun niyetlerin yarı yolda cayarak berbat ettiği hayatlar.. Var olduğu günlere lanet okuyarak , giderayak yapılan olmamışsın gibi tavırlar..  Neden ruhuna hizmet etmekten yargılanan kalbimiz kadar mahkum olamıyoruz hayat dediğimiz zindanın içinde? Ya da firari bir heves mi parmak uçlarından bunca aya savrulan?  Tanımadığım yüzler arasında olmaktan her zaman zevk almışımdır. Bilinmediğine duyulan güvenle, bakışlarındaki durgunluğu sorgulayamayan bir kaç merak kırıntısının asla bulamadığı, tavan arası tozlarına bulanmış durumdayım. Beni saklayan ne varsa seni içimde yaşatan şeyden asla vazgeçmemesi, gittikçe batan güneşe yalvaran çocukluk hayallerime karışsa da, senin karakter vurgularına sığdırdığın sıfatlarına aldırmayacak kadar katıyım..
Dönüp dolaşıp geri gelen trenler gibiyim, gideceğim yere uzak, vardığım istasyonda yalnızım.. başa dönmekten hala yorulmadım. O kadar nefesin altında,

söyle
mutlu musun?


Bir yolculuk gibi geceleri düşümde
Gündüzleri zaten ben olamam ki
Bir kaçak gibi bütün kirlerim üstümde
Soyunup tertemiz kalamam ki
Hani gücüm vardı ruhum ölene kadardı
Hani nefes aldıkça hep bir umut vardı
İnandım, yaşadım, yaşandım daha çok

Ben doğmadan öldürüyorsun, söyle mutlu musun?
Ben hiç yol almadan durduruyorsun, mutlu musun?
Mutsuz olmamdan.

Bir terazi gibi dengesizdim tanrının elinde
Sallanıp durdum bazen güzeldi, bazen işkence
Kendimi aradım kitapların, insanların içinde
Beni bulmak için kimi yolladın peki vakti gelince
Hani kalbim vardı, ölmeden de durmazdı
Hani gözlerim gördükçe hayallerim olacaktı.
İnandım, yaşadım, yaşandım daha çok

Ben doğmadan öldürüyorsun, söyle mutlu musun?
Ben hiç yol almadan durduruyorsun, mutlu musun?
Mutsuz olmamdan
.





Hızımı alamadım

Related Posts with Thumbnails