14 Mayıs 2012

Toz Toprak


Dean West

Paylaşmaktan hoşlandığımı daha önce söylediğimi hatırlamıyorum. İnsan neden özel olduğunu hissettiği kişinin arka planında mutlu  olabileceğini umar ki? Çok saçma.. Zaten sana bütün olarak verilmiş her şeyi başta kendin olmak üzere parçalamaya çalışarak amaca hizmet etmenin tatminliği sokuşturuyorsun düşüncelerine. Hayır, kimse yok karşında bunları kabullenmemeni sağlayacak. Elime ne mi geçti? Farkında olmadan ırzına geçen dakikalarından zevk aldığını saklamayacak kadar çok şeyi aldım içime. Belki sürünerek yol alıyorum ama parmağı kibir tutmuş çocuk işaretlerine odaklamıyorum da kimseyi.. Değer biçmek sorun değil çünkü dokunan herkesin bir şekilde ödüllendirildiği bir bedenin içinde yaşıyoruz. Sorun bundan sonrasına hizmet etmek ya da bir şeyler beklemekle başlıyor. Çünkü konumlandırırken rota sormuyoruz kimseye ya da özelleştirirken sıfat istemiyoruz kimseden. Ah yerlerimizi doldururken ki gururumuzu bir de okşatabilsek yüklemlerle.. İşte burada tıkanıyor yollar. Çünkü değişmezin içine girmek, karanlık odanın ortasında uyanmak gibi. Çok şey var çevrende, ama asla ışık yok, ışığın yok..

Geriye adım atıp, olgun taklidi yapıp, bir kaç tutamadığın nefesi paylaştığında rahatlayan belirtiler göstererek atabiliyorum nefretimi. Ama yine de değer verdiğimi paylaşmak istemiyorum. Hadi bencilliğin doruklarındasın, ruhunu hapse atsalar bedenim nerede diye telaşlanırsın deyin bana. Verdiklerimin hesabını tutmaya çalışmak saçma fakat aldıklarıma düşen sınırlı zamanı bölmeye de niyetim yok. Daha düşürdüklerim de var ki onlar çoktan toz toprak olup uzaklaştılar benden. Tamam belki toz toprak olmadılar sadece uzaklaştılar. Sonuç ? Zihinsel kontrol altına girmiş anıların akıbetini hepimiz biliyoruz. Biraz efkar için meze yapılacak olanları saklayarak rafa kaldırılmış değerler biçemiyoruz sadece. Fazlasına gerek var mı? Ben devam ediyorsam gerek yok. Olmayacakta.. 


8 Nisan 2012

Fazla





Günlerdir kafamın yerinden gittiği anlar dururken yine en ayık halimle, belki bu sefer daha derine inme günahını içimde saklayarak oturuyorum bulutlara. Neyi gördüğümün önemini yitirmemek için o kadar çok çabalıyorum ki, bazen ne görmek istediğimi bile unutuyorum. Kaybolup giden şeker taneleri  gibiyim. Sıcaklığınızda yok olmak mesele değil, geri gelememek üzüyor beni. Fazla değer dağıttığınızda içinizde bitiveren salak saçma düşüncelerin benden habersiz cesurluğuna atıyor bazen kafam. Kontrolü bana gösterdiğiniz günden beri böyleyim. Paylaştırdıkça ve en güzelini hediye ettikçe birilerine çalıntı izi vermemek için var gücüyle yorulanlardanım. Sebep?  İnsan asla bir soru uzaklığı kadar yaklaşmamalı birilerine. En hazırlıklı olduğun şeyin deriye dayatmasından acı çekecek olsak, dürüstlüğün önemi kalır mıydı? Sanki daha kıymetli şeyler varmış hissini ne kadar çok sevdiğimizi düşünürken tatmin olduğumuzu hangi duygularla geçiştiriyoruz merak ediyorum. Yönetim elinden alındığında bir şeyleri kaybettiğini bilen zihninin devam etmeyi başaran alçaklığını yüzüne vursalar tutunabilir misin? Kenara çekilip hayata çektirmeyi denemelisin! Birilerinin sana yol verdiğini anlayarak ezdirdiklerin ve kaybettiklerinin sayısı yok elimde. Ama miden kabarık ise cesetlere boş yer açmaya çalışma. Durdurulduğun anda yok olmaya başlayacaksın. Bu yüzden yarısı boş bazı insanların. Bu yüzden daha fazlası çok ya da adam gibi bir paylaştıran yok.. Yaklaştıkça kendini kaybeden bir mekanizmanın dayanılmaz monotonluğu içine sığdırdığımız düşüncelerimizin kaçını başkalarına parçalatmadan tatmin olabiliyoruz? Yıkılmaya geldiğin dünyadan bir başkasını isteme yanına! Seni ayakta tutana, kahramanına ve kusarak kutsadığın yarınlarına bulaştırma kimseyi.

Ne zaman inanmaya başlıyoruz? Hangi evresinde kabul ediyoruz hayal kırıklığını? Cevap vermeden bu kadar  cesur davrandığımızı biliyor muyuz peki? Kendimden uzaklaşmaya çalışırken ve acaba kime hizmet ediyorum diye düşünürken, milyonlarca ince çizginin üzerinde olduğumu  fark etmek hoşuma gitmiyor değil. Bazen aniden değişebilmeli bir şeyler.. Hep kenarlarda oturarak köşedekileri hayal eden o  suskun ama aslında en iyisi olanlardan bulmaya nereden başlayabiliriz? Fikri olan var mı? Hadi ama hepimiz biliyoruz, içindekileri yönlendirmeyi bıraktığında bölmeye başlıyorsun karşındakileri. Sana yetmez hiçbiri onu da biliyoruz fakat nerede sürtüyor ruhun farkında bile değilsin. Tek bir kelimeye şifre diyerek ibadet ediyoruz. Onun yaltaklığına güvenen milyonlarca insanın canlı olarak nitelendirildiği bir şehrin en salaş sokağında evimiz. Aranızdan geçerken olabileceklere hizmet etmem gerekiyorsa, canavarları özleyen bir ruha bakıcılık yapmak zevkim olarak kalsın. Bölüyorsam aptalım fakat sen parçaladın, ben sustum..

İyi geceler.


26 Şubat 2012

Tadını Çıkar

Artworks - Louise H - Le Turk



Durduruyor muyum seni? Cevap ver! Her seferinde sızıp gittiğimi neden gözüme sokuyorsun ki? Belki sonucu düşündüğümüzde esir olduğumuz şeylerin listesini tutsak, ardımıza nasıl baktığımızı anlayabiliriz. Yine de kaybolmadan önce söyleyeceklerimi dinlemeni istiyorum. Hazır kimse yokken, bir bedenden daha fazlası olmayı süresiz ret ettiğimiz için sarılalım birbirimize. Hem kıyıya vuran dalların fırtına sessizliğini yaşamamış olurum. Sırları karıştırınca ya da dev aynanın karşına kıyafetlerinle çıkınca hep aynı duyguyu yaşamaktan bıkabilir mi insan? Sıraladığımız nedenlerin arasından çıkarcı davrananları sevmemiz, bence özür dilemeyi bağlayan ve çark etmeyi basamak sayan zihniyetin kökünü oluşturmakta. Hani sen kapıdan çıkıp giderken arkana bakmadan ağlıyorsun ya, hayatına tokat atana hak etmediğini vererek kendi hakkından çalıyorsun ya.. İşte tam o sırada tohumluyoruz sabahın ilk ışıklarına.. Nereden geleceğini bilmediğim sözcükleri kafamda sıralayarak güzel bir gün geçirebiliyorsam, hangi dünyada olduğuma karar vermeyeceğimi herkes fark edebilmiştir sanırım. "Tadını çıkar" gibi bakıyorum ardından. Bir tutam şeylerin arasında elimin ne işi var diye sormuyorum bu sefer kendime. Dilimin neresinde olduğunu bilmediğim mecralarında yeni bir şeyde aramıyorum. İnan.. Aslına bakarsan güzün içine bu kadar sarı bulanmış bir pazar gününden çok da fazlasını hak etmiyorum. Dönemeçler diye diye hangi ahlaksızın sırtına yanaştığımızı unutsak da yüz yüze kaçacak yer sayısını azaltabiliyoruz. Saklanacak yerimiz var biliyorum ama çepere yaklaştıkça tuhaf bir koku geliyor burnuma. Daha fazlası olduğunu anlayabildiğin kadar yanımdasınız zaten kafa yormaya gerek yok. Çok laf soktukça ne kadar daha içime kaçtığının farkına varıyorum. Ruh orospuluğu da tam burada başlıyor zaten. Almak için vermeye başladığın da.. Tam bu yazı kadar uzaklaştım herkesten, ikinci tekil kişiye seslenirken yine karşıma oturdum. Resimdeki yedi farkı bulmaya çalışırken, sadece insan biriktirmekten başka bir şey yapmadığımızı fısıldıyorum kulağına. Duy beni! 

Pazar günüme bulaştırdıklarım hep değerlidir. Öyle de kalacak..
İyi geceler.

Oh Land - Wolf and I


16 Şubat 2012

Ters Orantı




Nerede kalmıştık? Unuttum.. En çok girenden başlayayım o zaman. Benim gölgelerim var. İnanmıyorsanız tek tek ispatlayabilirim. Gün batışına kir bulaştırınca ya da beyin uzuvların arasından egonu uzattıkça yaşlanmıyorsun. Anlasana! Geriye dönük aldıklarını, sağa sola bulaştırarak yaş kazandığını sanıyorsan, elbet bir gün sen de kusacaksın o korkuluktan sarkarak. Kendini uzaklaştırmak için tuttuğun arkadaşlarının eline sürülmüş basit bir tesadüften daha öteye geçebileceğini mi sanıyorsun? Ya da aldığın kararlar.. ‘Hepsi mi?’ diye bakma gözlerime. Sen kendinden utanıyorsun ve en kötüsü de anlamaya devam ediyorsun. Seni kör edip beynini ezsem ne kadar mutlu olacağımı hesaplayarak bile zamanımı çalabiliyorsun. Yapma.. Kendimden başlıyorum, gerisini getirememeyi boş ver, ileriye gitmemin tek suçlusu sensin.. Evet taşınacaksın ama önce ben bitirmeliyim ya da hiç başlamamalıyım. Çok görev alırsak ne kadar yükseliriz diye düşünen bütün düz mantık canlılar hakkında öyle sempatik düşüncelerim var ki sanırım bu dünyadan ayrılırken yanıma bile alabilirim onları. Hem bir gün durursam, yanımda gülünebilecek bir şeylerin olması gerekmez mi? Ayinime davet ediyorum sizi.. Bir şarkıya 150 kelime sığıyorsa eğer, hayatıma ters orantı yapacak kadar şeyi nereden bulabilirim diye kara kara düşünüyorum. Hayır, yardım etmeyin! Ben zaten karışıyorum hayatınıza siz isteseniz de istemeseniz de. Ben zaten ön sıradan yer buluyorum kendime sen en kötü performansını sergilesen de. Merak etme.. Bitiyor diye üzülmeyin, tükenmemeye o kadar çok alıştırıldık ki öldümüğüzde ot olarak tekrar doğacağımızı düşünen dedelerin torunlarıyız. Sonsuzluğu yapıştırınca karakterinin üzerine, kukla gözükmemek için yaptıklarınla daha çok yok oluyorsun. Farkına var! Aldığım kararın izlerini hayatımın her yerine özenle taşıyabildiğim için azim notumu yükseltsem de içerideki işçiliğe gereken saygılı göstermediğim için hep yarım kalıyor rüyalarım. En güzel yerine biber süren anneler kadar istikrarlı olsam, sürünebilen varlıklar arasında yerimi sağlamlaştırmış olurdum. Bir de kapıdan çevrildiklerim var ki, onlara zamanımın kodlarını vererek nerede olduklarını hatırlatmaya çalışıyorum. Benim görevim ortaya çıkarmak olsa başımı kuma gömerek sana ‘seni seviyorum’ derdim ki senin kelimelere sadık kaldığından çok kendime saygım var. Yapmıyorum.. Belki kenarda durunca daha heyecanlı geliyor olabilir size hayat ama içinize aldıklarınızın uçlarına bu kadar itaat ettiğinizde, siyaha saplananların dürüstlüğünü saatlerce tartışabilirim. Sıraladıklarının ya da değer biçtiklerinin içinde kimlerle yattığını ben biliyorsam sen ne hissediyorsun? Aldatma.. Sana arkamdan iş çevirmen için tek bir şans veriyorum. Sakın kullanma!


Tükürmediğimi yalamak en güzeli..
İyi geceler.


4 Şubat 2012

Doğum Günü


“İşte geliyor! Yıldızların arasında, dünyaları yutarak, atomlardan, güneşlerden enerjiyi emerek, işte geliyor! Kurşunlar öldürmüyor onu... köpekler ısıramıyor! Sağduyunun sesini dinlemeyi reddediyor! İşte, şimdi de bir hidrojen bombasını yuttu. Ah, Tanrım, geliyor... bizim tarafa! Kabus asteroid, manyak vakum, trans-kozmik serseri! Durduramıyoruz onu. Fotonlarla sarhoş oluyor, zehirli plutonium’dan pizzalar yiyip semiriyor. Petrolümüzü istiyor, güzelim kömürlerimizi istiyor, Graceland Birinci Hava Birliği’ni, askerlerin iplere astığı ıslak çamaşırları bile istiyor. Her ergi yalayıp yutacak, her voltu çiğneyecek, meğer ki... İşte, manyetik lazer filemizi parçaladı. Dikenli tellerin yararı yok, napalm ona bir ziyafet! Kurtulamıyoruz, yönünü değiştiremiyoruz... onu ancak bu küçük çocuk durdurabilir!”

Küçük çocuk, 20 yılını da yanına alarak büyümeye devam ediyor...
İyi ki doğdum.

30 Ocak 2012

Müzik Notları: Two Door Cinema Club







Two Door Cinema Club


Two Door Cinema Club, Kuzey İrlanda'da kurulmuş indie rock grubu olarak karşımıza çıkıyor. 2007’de bir araya gelen Two Door Cinema Club; Sam Halliday (lead guitar, backing vocals), Alex Trimble (vocals, rhythm guidar, beats, synths) ve Kevin Baird (bass, backing vocals) gibi üç genç müzisyenden oluşmakta. Grup üylerinden Trimble ve Halliday tanışmaları Bangor Grammar School’daki öğrencilik yıllarına dayanıyor. Grubun ilginç isminin değişik bir hikayesi var. Halliday’in yerel bir sinema olan “Tudor Cinema” sını hatalı okumasıyla başlamış ve sonrasında Two Door Cinema olarak devam etmiş bir yanlışlar dizgesinin sonucunda ortaya çıkmış. Kurdukları myspace sayfasında her geçen gün artan ilgi, onların üniversiteyi yarıda bırakarıp stüdyoda yeni parçalar üzerinde çalışmalara başlayarak radikal bir karar almalarına neden olmuş. Daha sonra bir kaç ünlü müzik blogunda haklarında yazılmış makaleler, popülaritelerinin artmasına yardımda bulunmuş ve Temmuz 2009 da Londra’daki Eastcote Stüdyolarında Eliot James ile ilk albüm kayıtlarına başlamışlar. 2009 sonunda BBC’nin Sound Of 2010 Poll’a seçilmeleri, ilk albümleri üzerindeki meraklı bekleyişin artmasına neden oldu. 2010’nun hemen başında NME dergisine verdikleri röportajda şarkı listesini açıklayan grup, 1 Mart 2010’da İngiltere’de “Tourist History” adlı ilk albümlerini yayımladı. Albüm ismini, sürekli turnede olduklarında her gittikleri ülkede turist gibi olduklarını ve şarkılarının büyük bölümünün bu turnelerde çıktığını söyleyerek açıklamışlar. Düşününce mantıklı gelmiyor değil:) Albümlerindeki “Something Good Can Work” ve “Undercover Martyn” parçaları Vodafone ve Meteor reklamlarında kullanıldı. “I Can Talk” ise FIFA 11 ve NBA 2K11 oyunlarının Soundtrack’ları arasına girerek, grup için harika bir tanıtım sağlamış. Son olarak İrlanda’da 2010 yılının en iyi albümü ödülünü alan Two Door Cinema Club, aynı zamanda geçen yaz Glastonbury, Reading, Rock Werchter, Oxegen, Leeds, Hurricane, Southside, Main Square gibi Avrupa’nın en prestijli festivallerinde çaldılar. İkinci albümleri için beklemedeyiz..


Röportajları: www.ameliasmagazine.comhttp://www.thelineofbestfit.com
Twitter:  TDCinemaClub
Offical Website: twodoorcinemaclub.com

Tracklist: Tourist History

1. Cigarettes In The Theatre
2. Come Back Home
3. Do you Want It All?
4. This Is The Life
5. Something Good Can Work
6. I Can Talk
7. Undercover Martyn
8. What You Know
9. Eat That Up, It's Good For You
10. You're Not Stubborn

Two Door Cinema Club | Rock Werchter 11 - Undercover Martyn



Two Door Cinema Club | Gastonbury - All Performance



Two Door Cinema Club - Something Good Can Work (Acoustic)



Two Door Cinema Club - Come Back Home



Two Door Cinema Club - I Can Talk








 






İyi Geceler..




28 Ocak 2012

Günahkar Damgası

Sonia Sieff

Silinip gitmek bu kadar zor. Sana sesleniyorum, zihnime çöreklenmiş anılar.. Yaramaz çocuklar gibi her köşe başında çıkan ruhu karanlığa gömülmüş korkularımla,  iş birliği yapmasaydınız belki daha rahat yalnız kalabilirdim. Kendimi gömünce, arkamdan ağlayanlardan çok yanımda kaybolanlarla ilgilenmem basit bir sebep-sonuç ilişkisi. Ama burnumun dikine gidecek kadar ene sahip olmayan, birçoklarının dokunuşlarınıyla sınırlı  ve az da sinirli bir ben var içeride. Bağımsız olduğumuzda serseriye dönen algılarımızın, her ayrıntıyla cilveleştiği ve asla güzel olmayana saatlerce bakakaldığı bir dünyanın tam ortasında nefes almaktayız. Fiziksel değişikleri sabitleştirmenin bir yolu olsa, sevgiliyi bu kadar çok istemeyiz hayatımızda değil mi? Bizim rutin dediklerimiz aslında başkalarının bedenleri arkasına sığınmış ve hayatımıza müdahale etmeye karar vermiş kimsesiz düşüncelerden ibaret. Tamam daha fazlası da var ama izlerin, onların izlerinin sen de bıraktığı tekrarlara ne kadar bağımlı olduğumuz gerçeğini sıyırıp alırsak üzerimizden geriye sadece koca bir korkak kalıyor. Zaten adlandırma konusunda bu kadar zayıfken, tüm tembelliğimizi kullanarak asla sahip olmadıklarımıza yön vermeye çalışıp ayakta kalıyoruz. Tebrikler, başarılıyız ki hayatımızda “yok” diye bir kelime var. Her şeyi silip gitmeye yemin ederek, günahkar damgasını en açık yerimize vursak da, halen tek bir maskenin arkasında kaybolduğumuzu iddia ediyoruz. Oysa yapılan her hareketin içinden nedenler dizgesini çıkartıp bunu “acılar” adında şiir okuyarak yüzümüze vuran bir sürü insan var. Basit bir çark işletmecisi olarak, kucakladığımız rutinlerimizden ve üzerimize yapışıp kalan  günahlarımızdan kurtulmayı öğrendiğimiz için mutluyuz. Peki aynı çizgiler arasında artık oynamak istemiyorsak? Yenilmeden biten oyunların hepsi gelecek hesaplaşmasıyla şimdiden üzerleri karalanmış bile. Bir sonraki diyebildiğimiz için yaşlandığımızın farkına vardığımızda gerçekten yaşlı olmamız ne kadar ironik değil mi? Kendimi küçümsemek için söylüyorum. Hangi deliğe girdiğimin bu kadar önemli olduğu günden beri nefret edebiliyorum. Beslemek zorunda olmadığım her türlü açlığıma boyun eğmek sorun değil. Sergilemek istedikçe tıkanan yollarımıza çareyi çoktan unutturduk.. Bize yakınlaşmak haram, gerçeği cümle içinde bile kullanmıyoruz. Eşleşmeden sağ çıkan sahte düşüncelere sarılarak iyi geceler dilemek günümüzün en güzel olayı mı yoksa? Aslında kabullenmek zorundasın  her şeyi, bilmelisin ölmeyi. Söz, elim de seninle olacak..





19 Ocak 2012

Geri Sayım

Jean Cocteau

Neden sürekli üzerimde bir lanetle yaşıyor gibi hissediyorum bilmiyorum. Belki de o son kötü sözü çıkartmayacaktım deliğinden. Hayatta göz ardı ettiğimiz şeyler ile bir ömür geçirilebileceği gerçeğini kabullenerek bir adım daha ilerliyorum. Çok fazla sözcük bulursam, burada yaşatmayacaklar beni. İstenmediğimi bana hissettirdiklerinde yerin kaç kat olduğunu düşünür dururum hep. Sonrasında istemsizce eli küreğe değmiş olana duyulan yoğun sevgi.. Bütün bunları canlandırdığımda, karşıma geçip oturan akıl dostlarıma birer birer dert anlatmaya çalışıyorum. Geri sayımın, engeller arkasında belli bir cazibesi var ama biz üstüne oturanlar için nabız aynı atmamakta. Bu yüzden parmaklarımın ucundan geri dönen her şey dilime tosluyor. Durdurulmayı benimsemiş bir düzenin içinde başımızı eğip gerilerden sesleniyoruz kulaksız ve dilsiz canlılara. Seni davet edeni bulduğunda ve hatta onu küstahça sahiplendiğinde bir kez daha anlayacaksın iyilik denen şeyin insana layık olmadığını. Şizofren başlangıcı seyrek baskıların bedeninde açtığı deliklerde solurken, gözlerini dikeceksin şahane manzaranın içindeki en umutsuz varlığa. Güneşin töreye kurban gittiğini söyleyecekler, belki bir kaç damla göz yaşı alacaksın seni aldatanlardan. Tepki verebilmek en büyük lüksümüz iken daha ne kadar içine gömdüklerinle yaşayacaksın? Erdemin toprak ile bir ilişkisi oldu da biz mi görmezden geliyoruz? Seni, kendinle barıştırarak bu hale getirdiler.. Unutma..

Bu gece vaktimi çalamadığı için kızdığım insanın hatırına yenilmemek için direniyorum. Geriye getirilmeyecek o kadar çok şey var ki  sırf bu yüzden bile kıyıda köşede ne varsa sahiple bilirim. Belki o hariç..

İyi geceler.

14 Ocak 2012

İzlerin Asaleti



Yabancı olduğumu çıkaramadıysan bu senin sorunun deyip  kendimden uzaklaşabilirim. Neden mi yapmıyorum? Belki sebeplerim üşengeçliğimden daha fazladır. Dolambaçlı yollarda fark edilmeyeni bulmaya çalışan gökyüzü meraklısı algımı kuma gömdüm.. Ben durduğumda onun nerede olduğunu düşünüyorum, sanki ithaflarıma layık bir tek o varmış gibi ufak bir bağ atıyorum anılara. Derinlerde kırılan aynanın lanetine, küfür gibi sabitlenmiş bakışlarımla karşılık veriyorum. Kimsenin arkamda olmasına gerek yok demiştim çok uzun zaman önce. Tamam eski değil belki ama çıplaklığımı hissettiğimin günden beri ürüyorum. Kıyamet buya sığdırılmaya ne kadar meraklı olduğumuzu dede hikayelerinden çıkartalı kaç yıl oldu hatırlıyor musun? Lanete sevgili demeyi tercih eden insancıl duygularımı korumayalı dündü sanki. Aramayı özledim.. Birkaç harf ile ilişkilendirilen ruh halim; kimin yatağında, kimin istemeyerek bıraktığı sıcaklığında titriyor? Özgürlüğü takıntı yaptığımdan beri, kapıları özler oldum. Devam eden her şeye sesleniyorum, yok etmediklerin ne kadar vicdanlı ki kendi kendini ortadan kaldırmayı bu kadar yetenekli. “Bizler” ile başlayan cümleleri özendirdikleri zaman diliminde yaşadığım için kendimi şanslı hissediyorum. Belki bir faydası yok ama dönmediğim yolların hepsine pişman olmak için adımladığımı fark ettim. Mayın tarlasına bırakılan ayak izlerinin asaletini düşünebiliyor musun? Parçalanmaya bu kadar yakınken kırıklarının ne kadar anlamlı olduğunu fark edebilmek. En iyisi çok fazla uzaklaşmamak kendinden, daha az sevmek elimden düşenleri.. En iyisi aslında insana bürümek her şeyi..



Samimi bir uykuya ihtiyacım var. 
Size de iyi geceler..



1 Ocak 2012

Kutsal Görev


Farklı zamanların içine neler koyuyoruz ki, başımızı dönüp dolaşıp aynı deliğe sokarak tatmin olmaya çalışıyoruz? Bir türlü çember geometrisinin içinden çıkamayan rutinlerimizi çok mu fazla seviyoruz? Acaba sessizliğe olan ilgisizliğimizi ve basite düşürme dediğimiz zırvayı çok mu ciddiye alıyoruz? Sürünmeye devam edebiliyorum diye keyfin yerindeyse, kafanın içindeki düşünceleri ezip geçen zihniyete saygı duyman gerekir. İsteklerini bir kağıda not edip yer çekimine bıraktığında, zaten seçenekler sonsuzdan bire iniyor. Yaptığının ayıp olduğunu söyleyecek boş duvarlar var ama senin gözlerinin önünde uyuşturduğun ve sevmediğin kalbini bu işe karıştırmana gerek yok. Aramızda derken herkes ciddi gözükür. Peki ya aramıza aldıklarımızın içimize ne ara girdiğini bilen birine rastladınız mı? Çıkanlara engel olamıyorsan tek sebebi budur! Benim sorunlarımı dinlemenize gerek yok, derdim farklı, güvenin bana. Karar vermemiz gereken şeylerin bu kadar bölünerek önümüze gelmesi, puzzle şekline olan fantezilerimizin somut gösterisi olsa gerek. Tek boyutlu düşünceyi benimsemiş bebek bedenimize hakaret etmek istemeyiz bence. Aslına bakarsan amaçlar o kadar belli ki, ışıkları kapadığında ilk karşına çıkan onlar. Kimse onları yerleştirmeye bile tenezzül etmemişken, uzuvların doğru yolu sahipleniyor senin yerine. Beynini soktuğun yerden çıkarmaya da tam bu sırada başlıyorsun. Ya da uyuşturucu dilenip daha derine yerleştirerek zevk alıyorum demenin en iğrenç boyutlarında tatmin ediyorsun kendini. Kızmıyorum, benim ait olduğum her şeyi becermek gibi kutsal bir görevim var.. Ya senin diğerlerinin içinde ne işin var?

Hepimiz fazlayız derken de ciddi görünebiliriz. Hatta üzerine yükleyip bir kaç adım bile atarız. Bizimkisi, başlarken dağılan orospu moralimize bıraktığımız zaman kaybından başka bir şey değil. Seni durduran şey neyse, ona gösterilen saygı doğrultusunda ilerliyor hayatın. Küfürlerle aramız iyi olmasaydı, bizi kötü yapan şeyleri nereden bulurduk ya da bizi kötü yapanı sözcüklere saklayarak aslında nereye tohumladığımızı sır saymak ne kadar adalettir? Önemseyeniz var mı? Sıkışan ben olduğumda, umurumda olanın benden alakasız olması, basit bir yalan sadece. Buna iyilik adını verdiğin an toprak ile buluşacaksın. Uyanır mısın bilmem, uyanmasan daha iyi..


Bu arada çaktırmadan yeni yıla da girmiş olduk.
Mutlu yıllar.

Bu yazıyı yazdıran şarkı

Hızımı alamadım

Related Posts with Thumbnails