19 Aralık 2010

Kitap Notları: Görünmeyen - Paul Auster

"Bir an sonra  sen de kadehini bırakıyorsun. Kanepede arkanıza yaslanıyorsunuz, Gwyn elini tutuyor, parmaklarını senin parmaklarına doluyor. Korkuyor musun? diye soruyor. Hayır, diyorsun. Korkmadığını, çok mutlu olduğunu söylüyorsun. Gywn Ben de, dedikten sonra yanağından öpüyor, hafifçe, belli belirsiz bir dokunuş, dudaklarının senin tenine şöyle bir değmesi . Her şeyin çok ağır, minik adımlarla ilerlemesi gerektiğini, uzun süre duraklamalar ile, evet hayırlarla, yürüyen bir dans biçiminde olacağını anlıyorsun; sen de böyle olmasını istiyorsun çünkü ikinizden biri vazgeçecek olursa geri dönüş için , bu işi aklınızdan çıkarmak için vakit kalır diye düşünüyorsun. Çoğu zaman insanın hayallerindeki şeylerin hayalde kalması iyidir; Gywn de biliyor bunu. Düşünmekle yapmak arasındaki mesafenin büyük olduğunu, dünya kadar kocaman bir uçurumun olduğunu bilecek kadar akıllıdır. O yüzden denizde suyun derinliğini yoklayarak ilerler gibi bebek adımları ile ilerliyorsunuz, dudaklarınızı birbirinizin boynunda, ağzında gezdiriyorsunuz ama dakikarlarca dudaklarınızı aralamıyorsunuz ve birbirinize sıkı sıkı sarıldığınız halde elleriniz kıpırdamıyor. Koca bir yarım saat geçiyor, ikiniz de durmaya niyetlenmiyorsunuz. İşte tam o anda dudaklarını aralıyor, işte tam o anda sen de dudaklarını aralıyorsun ve birlikte bir gecenin içine balıklama dalıyorsunuz."
sayfa - 114

Büyüyorum

Birkaç gün önce söylemiştin kafan güzelken nasıl olursun çok  merak ederiyorum diye.. Bu yazı kafamın en güzel yerinden kalbimin en karanlık köşesine kadar uzanıyor. Belki merakını   biraz giderir, ne dersin? Boş ver birşey deme ben kendim yazayım , zaten alkolun boşlukları doldurduğu zihnime ayık muamelesi yapmak ne kadar doğruysa sürekli atan kalbime yeter artık demek o kadar zor.. yalnış olamayacak kadar zor. Cesaretin egolu yükelişine bir kaç soru bulup kendine getirmeye çalışsam da hep aynı sokakda aynı köşebaşında gözyaşlarıyla kendini kıstırmış durumda buluyorum kendimi. Çok istedim demek ne kadar ironik bu kadar sahte canlılığın sıkıntı verdiği dünya da. Kimin neden ve ne kadar saf olduğunu ararken başkalarının hatalarına kendi ezikliğimizi sığdırmayı bir hak görüyoruz. Böyle zamanlarda bir kaç parmak olmak istiyorum yakana yapışacak, silkelemek istiyorum , miden bulansın istiyorum, kus istiyorum gerçekleri. Kana kana içtiğin sevgini ve açığa vuramadığın dengesizliğini tek bir cümle ile bugünden habersiz yoksul  gecelerime gir istiyorum. Bana hitap etmeyen şarkılar dinliyorum. Amacı bir çift tekerliği döndürebilmek olan  büyük ekrana bakmaya korkan arkadaşlar biriktiyorum çevremde, baktıkları yeri görememelerini sağladığım..
Hep ne kadar gerçeğiz diye sorardım kendime, küçükken sanki birer çizgi roman karakteri sanırdım kendimi, birinin sıkılınca bizi ortadan kaldırdığı. Sonra büyünce bu hayatta neler yalan demeye başladım. Her bakışın arkasında sığınmış bir kalp mi vardı? Ya da ağızdan çıkan her küfürün içinde birine duyduğun nefret mi? Bir ara ayrıntılara takmıştım görünmeyeni görmeye meraklıydım, sonra görünen şeyler arasında görünmez olmaya başladım. Geceleri sevmeye başladım, beni saklayabilen herşeyin arkadasında, altında ben vardım. Dünya uzaktan daha güzeldi sanki ya da ben öyle olsun istiyordum.Sonra biraz daha büyüdüm abimden  nasıl yumruk atılacağını babamdan nasıl ayakta kalınacağını öğrendim.. ve daha hecelemeyeden bir çok kelimenin arasına bir anlamım olmadan yerleştirildim. Her kullanıldığım yerde gözlerimi açıp etrafıma baktım sadece, olmak istenileni olmak bir tür başarı halüsilasyonu olsa da bu kadar çok beyine hizmet etmek delik deşik etti benim dediğim herşeyi.
Biraz daha büyüyünce yavaş yavaş adım atmaya başladım, ilk kez bencil oldum. Sonra hep kendimi düşündüm, o zamana kadar biriktirdiğim ne kadar kredi varsa hepsini sonuna kadar kullandım.  Ne zaman anlamaya başladım bencil olabilmek için bile başkalarına ihtiyacım olduğunu, işte o vakit dinlemeye başladım insanları. Başta çıkarıma hizmet etse de sonradan kişiliğime bürünen yeni bir “ben” geldi dünyaya. Küçük bir çocuk gibi en ufak bir sevgiye bile muhtaç hale geldim. Loş ışık altına bırakılmış kağıt parçaların gibi değerimi hiç bir zaman bilmeyerek yaşadım.  
Sonra biraz daha büyüdüm ve bir kızla tanıştım. Tesadüfe kurban giden iki kazazede gibi davransak da birbirimize, başından beri bildiğimiz bir gerçek vardı. O ve bendim bir şeyleri tamamlayan, hani ilk yudumu aldığınız içkinizin tadında hani süzülen göz yaşınızın bıraktığı ıslaklıkda vardır ya o boşluk. İşte tam o boşluğa denk getirmiştik birbirimizi.. İstemeden sokulduk birbirimize istesek de ayrılamadık.. Kimi zaman zehir olduk birbirmizi felç ettik kimi zaman en ufak gülüşünde kırışan tenimize aşık olduk. Kimselerin bakamayacağı gibi baktık defalarca birbirimize.. ve kimsenin acıtamayacağın daha çok kanattık yaralarımızı ..   

Derin bir nefes aldım, içerde bastırılmaya çalışan düzensizliğe inat olduğum yerden kalkmıyorum. Daha ne kadar ezilecek ki, deri altına bıraktığın acımasız kıymıkların ile, darbe yapacak muhalefetine yandaş arıyan o sözcüklerinle daha ne kadar girebileceksin içeri? Kusurlarımı buldukça her yerinde yediden boğmaya çalıştığın o küçücük havuzda beni daha ne kadar öldüreceksin? Göz yaşlarımı sahiplenip hemcinslerine benzeterek yaptığın ironide bir daha bulabilecek misin kendini?  Bu küçük dünyada  ne kadar büyük oynarsak ne kadar büyürsek büyüyelim, bir kaç yara izi, bir kaç kanat çırpışı ve bir kaç söz uzaklıktasın. Şimdi yine akışına uyamadığım hayatın dert koylarında bana bıraktığı acılara sere serpe uzanıyorum. Şisenin dibi gelse de bu gece biraz daha büyüyorum.. Ve artık ne zaman öleceğimi merak ediyorum..
dün geceki en yakın arkadaşım



17 Aralık 2010

11 Aralık 2010

Söyle..

Alarmın henüz birinci çalışıydı her zaman olduğu gibi ikinciye izin vermeden alarmı kapatıp toparlanmam için gereken 10 saniyemi tavana bakarak geçirdim. Bulanık görüntüler arasında uzun bir aradan sonra ilk kez yalnız uyandığımı hissettim. Bu sabah kimse beni düşünerek uyanmayacaktı, son bir kaç saniyemde bu düşünceyi kafamdan uzaklaştırmak adına tenimle buluşan soğuk zemin, bedene saygısını yitirse de halen insanlığını koruyan bir denge içerisindeydi. Geceden kalan fırtına sesleri yerini sağanak yağmur bırakmış olsa da odadaki zifiriyi zorlayan karanlık zaman olgumu yerle bir etti. Böyle zamanlarda yapılması gereken tek şey vardı. Yorganın altından çıkmayarak öğlene kadar uyumak ve sonra ağır ağır kalkıp geç bir kahvaltı ve üstene bir kahveden sonra ödünç bıraktığınız sıcaklığınızı yorganın altından alıp, film izlemek. Fakat hayat tek seçeneğe bile indirebilmişken beni neden  bütün hepsini elimden almasın ki. Teknik resim uygulamam için dışarıya attığım ilk adımda, içime çektiğim ilk buz gibi havada ve tenime değen o ilk damlada acıdan farklı bir şey değildi düşüncelerimi ayartan. Her zaman geçtiğim yerlerde duvarlara yazılmıştı gerçekler.. bugün metro da kimse gülmüyordu, taksim meydanına çıktığımda durup gökyüzüne bakmıyordum, gümüşsuyu üşütmüyordu ve boğaz, boğaz ilk kez yanımda değildi.. Hepsini özenle tek tek yerleştirdiğim ayrıntılarım yok olup gitmişti bir günde. İçine koyacak ya da sığmadığında taşacak neyim varsa alınmıştı elimden. Ben boşlukta süzülen ihtiyaç duyulmadığında kuruyup yok olan canlılığım ile satırlarıma sürttüğüm bir kaç yavaş nefeste bulamadıklarıma ağlıyordum.. Parmak aralarımdan giren soğuk, avuçlarımda hayat arasa da, çıkmaz yığınların arasında kaybettiği gölgesiyle gövde gösteresi yapıyor. Köşe başında gördüğü kimsesiz bir güzellikten ibaret olan kalp atışlarımdan  geriye kalan talan uçurtmaların fırtına nefretiyim. İki ayna arasında gerçeklerin ters düz olduğu hayat örnekleri bulsam da, bu gece şerefine içtiğim sensizlikten, göğsümü yakan kutsal bir acı hissediyorum. Peki loş ışığın cansız yansımaları için kapattığım gözlerimde,  dudaklarının karşıma çıkması? Bir kabus gibi terlesem de bir ölüden  daha fazla kapatmak gözlerimi? Bu kadar siyaha bulanan bir bedene uzattığın desen oyunlarının, aynı başlık altına toplanan vasat roman yazarlarından farksız olmaması.. Sebepten yoksun niyetlerin yarı yolda cayarak berbat ettiği hayatlar.. Var olduğu günlere lanet okuyarak , giderayak yapılan olmamışsın gibi tavırlar..  Neden ruhuna hizmet etmekten yargılanan kalbimiz kadar mahkum olamıyoruz hayat dediğimiz zindanın içinde? Ya da firari bir heves mi parmak uçlarından bunca aya savrulan?  Tanımadığım yüzler arasında olmaktan her zaman zevk almışımdır. Bilinmediğine duyulan güvenle, bakışlarındaki durgunluğu sorgulayamayan bir kaç merak kırıntısının asla bulamadığı, tavan arası tozlarına bulanmış durumdayım. Beni saklayan ne varsa seni içimde yaşatan şeyden asla vazgeçmemesi, gittikçe batan güneşe yalvaran çocukluk hayallerime karışsa da, senin karakter vurgularına sığdırdığın sıfatlarına aldırmayacak kadar katıyım..
Dönüp dolaşıp geri gelen trenler gibiyim, gideceğim yere uzak, vardığım istasyonda yalnızım.. başa dönmekten hala yorulmadım. O kadar nefesin altında,

söyle
mutlu musun?


Bir yolculuk gibi geceleri düşümde
Gündüzleri zaten ben olamam ki
Bir kaçak gibi bütün kirlerim üstümde
Soyunup tertemiz kalamam ki
Hani gücüm vardı ruhum ölene kadardı
Hani nefes aldıkça hep bir umut vardı
İnandım, yaşadım, yaşandım daha çok

Ben doğmadan öldürüyorsun, söyle mutlu musun?
Ben hiç yol almadan durduruyorsun, mutlu musun?
Mutsuz olmamdan.

Bir terazi gibi dengesizdim tanrının elinde
Sallanıp durdum bazen güzeldi, bazen işkence
Kendimi aradım kitapların, insanların içinde
Beni bulmak için kimi yolladın peki vakti gelince
Hani kalbim vardı, ölmeden de durmazdı
Hani gözlerim gördükçe hayallerim olacaktı.
İnandım, yaşadım, yaşandım daha çok

Ben doğmadan öldürüyorsun, söyle mutlu musun?
Ben hiç yol almadan durduruyorsun, mutlu musun?
Mutsuz olmamdan
.





22 Kasım 2010

Kafa Notları: Panoramik Hayat

Gecenin ve bencilliğin sınırlarından, haddini bildiğim bir kabullenişle hoş geldin demek istiyorum kendime.  Biraz serzenişli olsa da halen birşeyler yazabilmek mutluluk verici. Dilenci günahlar arasında sahtekarlık öğrenmek isteyen o kimsesiz çocuk gibi sorgusuz yargılıyorum hayatı ya da sadece içine girip oyalanmak istiyorum. Her ikiside olur, ne de olsa geri sayımın ileri düzey salaklarıyız hepimiz. Sabah olup ışık kirişleri zihnine çakıldığında, çıplak ayakların ve soğuk parmak uçların yere değme korkusuyla arar terliğini. Bulduğunda sevinirsin ama gülümsemezsin, daha fazla açılmasın istersin gözlerin, hem daha ne kadar yaşamı çekebilirsin ki yanına? Biraz üşürsün ve birkaç saniye toplarsın uyuşukluğundan, telafi kavramı oturmadığından cevaplamayacağın sorular sorup durursun kendine. İlk adımı çocuk neşesiyle kutlarsın ama yine gülmezsin, arkandaki sorumluluk senin için küfrediyordur düzene. Sonra biraz sıvı sabun, birkaç büyük köpük ile yüz göz olursun. Başladığın yere geri geldiğinde herşeyin aynı olması sinirlerini bozsa da sen zamana oynayan oyunculuğun ile her sahnede bulunman gerektiğini unutmamalısın.. Cama doğru yaklaştığında aslında havanın nasıl olduğuyla değil onun sonucunda ne yapmaya karar vereceğini düşünüyor olursun tıbkı ölümden korkmayan yüce cesaretimizin ölümden sonraki hayat düşünceleri arasına yerleştirdiği korkaklığı gibi. Koyu renklerden uzak durmak istersin halen ilkbahardan kalma tonlar ararsın çevrende,  birkaç hayal kırıklığı biraz daha kendine getirir seni. Kendi yüksekliğinden atlayarak intihar eden düşünceler döner kafanda. Ne kadara sattığını bilmek istersin avuçlarındaki yara izlerini.. Ve çıkıp gitmek istersen o odadan. Sebeplerinin ortasına bıraktığın analizlerinle, kendini bilmiş bencilliğin arasında bir yol bulursun kendine. Sonu ne de olsa aynı diyerek , bir yudum suyu kendine çok görerek, bitmiş kararlığının saygısız istekleriyle geçiştirirsin kendini.. Açık havada bedenine dokunan ufak esintileri, yanına alma düşüncesiyle birkaç insan yüzünden kaçarak daha mutlu bir hayatı hayal ederek kullanırsın. Ne zaman sorusunun cevabını unutarak geçirdiğin dakiklara saygı gösterecek gibi olsan da nelerden kaçtığını hatırlayıp, kendi bedenini süzerek ne hale geldiğini farkedersin. Bu kendinden soğumak ya da o şarkıyı seninmiş gibi sevmek değil, zaten aitlik konusunda hep bilinmeyenlere oy verdiğinden hakkını aramak için beğenmediğin adalete göz yummak tek çaren.  Yolun yarısına geldiğinde gittiğin yeri düşünmeye başlarsın. Adımları attığın doğrultuda yer altına sakladığın hayallerinin üstüne basarak yükselmeyi planlasanda günün ilk gülümseyisini bıraktığın o küçük köpeğin canlılığıyla kendini bir tutarak hep aynı zemin üstünde olduğunu farkedersin. Bazen  daha hızlı nefes almak için daha çok yorulmak istersin, ne olursa olsun sınırlara yaklaşmak ve orada kalmak hep seni cezbetmiştir. Çünkü sonsuzluğu paramparça etmiş bir ırkın ayakta duran iskeleti olarak, geldiğin yeri bilmek dışında cahilliğini ört bas edemezsin. Vardığın yerde beynini başkası tarafından seçilmiş kalıplar içinde en derin dondurucuda robot işçilere teslim ederek, boş yerlere birkaç cümle sıkıştırarak kazandığın acımasızlıkla zaman öldürmeye başlarsın. Daha önce de yaptığın için birkaç gönüllü vicdanı yerle bir etmekte zorlanmadan devam edersin. Bir programın en değişken parçasının bile bu denli dize geldiğini gören güçsüz karakter uzantılarını saklayarak, hala benim diyebilecek cesareti yanında tutmuş olursun. Gecenin bir yarısı göz kapaklarına daha uyku düşmeden veda edebildiğin bir günün en sevimli dakikalarında kelimeler gelir aklına; AŞK, GÜÇ, GERÇEK, ÖLÜM.. Bilinç altına gömdüğün ruhların mezar taşlarında yazan kelimelerdir onlar..
Döngünün bir eksenden ibaret olduğunu sanıp uykuya daldığınızda daha derin nefes alıp bıraktığın izler arasında gerçekten sana ait olanları ayıklarsın. Ruhuna kalan mirasın anısına şükredip sarılırsın yastığına, iyi geceler diyen bir başka beden bulana kadar..



NOT: 
Dersler ve bir sürü nedenden dolayı yazamıyorum. ortalık biraz karışık

8 Kasım 2010

Kafa Notları: İstanbul da Sonbahar

Ne zamandır yazı yazamıyorum, itiraf etmeliyim blog a bile bakmaya vaktim olmuyor. Yazın ne güzel iki günde bir üç günde bir yazardım. Açıkcası deli gibi özledim o zamanları. Yazı yazmanın değişik etkileri var üzerimde. Karlı havada bıraktığımız izler gibi  dönüp baktığımızda ne kadar yürüdüğümüzü gösteren.. nereden nereye gittiğimizi zihnimize kazımak gibi.. Aslında defter aralarına sağa sola karalanmış o kadar yazı var ki ara ara beni yakalayıp kalemime emir yağdıran kafa notları, hiçbirini ne toparlayabilirim ne de bir daha yazabilirim.. Kimsesiz yazılardır onlar, dakikalar boşaltırken hayatını, sen telaşla karalamaya başlarsın, ne yetişebilirsin ne de geç kalırsın, açarsın gözlerini bakarsın etrafa ve yeniden dalarsın hayata. Arabayı sağa çekmek gibidir yazmak.. orada kimse dokunamaz sana,  yanından hızla gecen arabaların seslerini duyarsın, beden yüklersin her tarafına, hafifçe parmağın kayar radyonun düğmesine, ne çıkarsa dinleyeceğim diye inatlaşırsın kendinle, ilk başta beğenmezsin fakat sonra insan sesini özlediğin için dinlersin.. Dimdik bakarsın karşına hiç kaçırmazsın gözlerini, bozuk anten gibidir hatıralar, yerinden oynatmadıkça net görüntüyü veremezler.. Bir elin halen direksiyondadır, zihninde kalan sönük "kontrol bende hala" kabadayılığının en belirgin izidir. İşte böyle birşeydir yazmak. Bugün yazdıklarımda da öyleydi..
Neden her sonbahar üşüyorum? ya da yapraklarını dökerken ilkbahara dua eden ağaçlar mıdır beni kıskandıran? Her zaman sevmişimdir kalabalık arasında yok olabilmeyi tıbkı suan yüzlerce kişinin ders arasına çıktığı avluda en soğuk ve en yalnız taşı bulup, kendimde kalem oynatabilme cesareti  bulmam gibi..İstanbul da olanlar bilir. Tam bir sonbahar havası var bugün. Herşey gri ve  sarı arasında gidip gelmekte, kararsızlık hafif kasvet de getirmiş yanında. Bulutlar küçük çocuklar gibi mızmızcılık yapıp bütün gökyüzünü kaplamışlar. Böyle zamanlarda grinin cansızlığına bürünüp sarararak romantizme bulaşmak isterdim. Bugün farklı ama.. yine bir duvar dibi yine en soğuk taşın üstünde fakat bir başka renk var bedenimde sıkışan. Burada olsan okul çıkışı sahile giderdik, denize hiç bakmazdık. Bu aralar aram iyi değil maviyle. Canını sıyırmış ihtiyar bir bank bulurduk..Deli gibi üşüyeceğimizi bile bile otururduk. Sadece gözlerine, göz bebeklerimize bakardık. Korkardık.. isterdik..kaçardık ama hep aynı yerde parmaklarının parmaklarıma değdiği yerde tekrar yakalardık birbirimizi.. Bütün gün aklımdan bunu geçirdim fakat yine yalnızım ve yine yalnızım diyebilecek kadar yalnız olmaktan nefret etmekteyim.. Sizi demi kandırdılar yalnızlık paylaştıkça azalır diye? Yalnızlık paylaştıkça daha derinlere iner daha da büyür içinde, göstermez pek kendini, bilir en korumasız anda ona sarılacağını.. Hazır akşamüstü sarısı üzerimdeyken şu yosunlu duvarlara ufak izler bırakmalı değil mi? Tam bu sırada richie sambora dan who ı am çalması pek hoş olmadı ama olsun. Şarkılar böyle cuk oturunca daha bir güzel oluyor.

Bugün bunları yazmışım defterin bir kenarına, vaktim olursa hep yazarım diye sıkıştırıp duruyorum sayfa aralarına. Bana verdiği en güzel şey geceleri beraber uyumamızdı. Bu gece bunun elimden alındığını hissediyorum. Umarım döner dururken sevgimiz, bir ağacın dalına takılan en güzel uçurtma kadar uzaklaşmazsın benden..

30 Ekim 2010

Kalp Notları: Ben

Ne kadar yazabilirim bilmiyorum. Aslında yazmak da istemiyorum sanırım. İçimde birşeyler çekiliyor istemeden.. Düşünüyorum.. şuan bana bakan çarşaf kadar sade olabilmek için neler  vermezdim. Ne çok şey yapardım şu yastığın içindeki pamukların yumusaklığında kalbimi uyutabilmek için.. Kimsesiz bu aralar, sabihinin güvensizliği ile birkaç atımlık sabrıyla savaşıyor. Cevap bulmak değil görevi ama kölesi olduğu aşkının kasvetli soruları arasında boğulmakta istiyor..  “geceler bu şekilde bitmesin , benimki de kimsesizliğe sitem yalnızlığa naz..” bunu yazalı yarım saat olmadan, böyle bir yazıya başlamak acı bir tesadüf olsa gerek. Kalbim başkası için atarken meğer bir yandan yalnızlıkla cilveleşiyormuş.. Bu kadar çok seven biri olunca karşındakinin önemsediği detaylara kayıtsız kalmak imkansızdır. Onun on parçaya böldüğü hayatı ben bin parçaya bölerim her parçayı defalarca düşünürüm ama sen bilmezsin ya da bilmek istemezsin. Günün yorgunlugunda saatlerce ismini sayıklayıp, defalarca arkaşdaşlarına onu anlatmaya çalışarak, sürekli seninle olmayı denesemde, ciğerlerimi yakan sensizliğimle koşarken odama, bir tebessüme muhtaç olmaktan korkmayarak tüm özlemimle karşına çıkarım. Öfkeni, sinirini, beni asla anlamayışını birleştirip örtenken kalbini benim varlığıma, biryerlerde terkedilmiş cocuklar gibi sinip, içime akıtmaktayım yıllardır süren yalnızlığımı. Her saniye senin iyiliğin için savaşırken tüm dünya ile, senin benim yaramın üstüne  çıplak ve duygusuz ayaklarınla basman..
Hiç bu kadar kötü rüya görmemiştim. Yattığım sanki yatak değilde, kabusların yapışkan kollarıydı. Nasılda delik deşik etti savunmasız hatıralarımı.. Aramızdaki her metreye düşmanım sevgilim.. Bilmiyorsun ki kalbimin nasıl çırpındığını, göremiyorsun. Ben bakamıyorum sana, izin vermiyorlar yanında olmama. Kalp kırıkları sahiline tüm sevgimle çıkartma yaptım, zaman kurşun yağdırıyor üstüme, kilometreler mayınlamış her tarafı, dikenli bedenler var aramızda.. Tek silahım aşkım, rehine geleceğimizin dokunaklı topraklrında öldürülmek istenen sen, ölen ben.. Gözlerimin içine doluyor, her gülüşünün tozlu kıvrımları. Çok hafif bir esinti var, beni alıp bir yerlere getirenlerden değil ama, içimdeki ateşe kur yapıp daha çok alevlendiren bir nankör o.. Ölüm bu kadar yakınken ve sen hissediyorsan ayak parmaklarından başlayıp tüm vücuduna yayılan uyuşmayı, ne kadar içtiğini bilmeden kusuyorsan her kalıntının üstüne ve bakabiliyorsan o aynada dolan gözlerine.. Korkma taner bir adım daha yakınsın artık yakın olamayacağın herşeye..
Odamda kendi silüetim dolaşmakta, dünden kalma izler her var yerde. Solurken acıyı sormazsın kimseye, hesap vermezsin hiçbir organına.. Kalbin sensizlik pompalar zihnine, düşünemezsin.. Düşünmeye çalıştıkça kaybolursun, kaybedersin kendini.. Çocukken pencere önünde beklediğimiz sevdiklerimiz için akıttığımız zamanların işlediği hayallere tuttururum seni. İsteriz, isterim banane, hayatımda kaç kere kendimden fazla isteyebilirim ki birini? Kaç kere gecemi onunla bitirip, sabahın ilk ışıklarında onu öpüp uyanabilirim, neden her gece şükrederim  senin olduğun hayata, nasıl nefes alırım o rutubetli sensizlik zindanların saniyeye çeltikli duvarları arasında..
Bu sabah sensiz uyandım sevgilim.. Çok kızdım kendime.. parfümünü kokladım.. her yerime sinmişsin, ellerin göğsümün üstünde, kulağını kalbime dayamış uyurken, ben kıpırdıyamam ki, kalkıp gidemem ki  o yataktan.. Bu sabah güneş utangaç sevgilim..     boğaz her zamankinden daha hırçın, içine sıkışmış utangaç yansımaların flu lanetleriyle evcilik oynuyor. Bulutlar, grisine bağımlı , en ıssız dumana özenti , ruh halime arkadaş ama içindeki tabloya piç olmuşlar gibi en fazla yeri kaplama derdinde. Her yer çizgilerle dolu, birleştirilmeyi bekleyen kayıp çizgiler.. hayalinde karalamaya çalıştığın karakterlerin silik bulmaca parçaları gibi duruyorlar karşımda. Biryerlerde kaybolmaya ihtiyacı var bu bedenin. Nefesini akıttığı havaya kusup, canını daha fazla yakıp acıya odaklanmalı. Bu kadar sakinken yeniköy nerde benim kavgam diye bağırası geliyor insanın. Sonra nietzsche den cümleler geliyor aklıma, susup yoluma devam ediyorum. En sevdiğim bankı görüyorum, kimseler yok yanında.. Hep senle beni hayal ettim ben orada, hep ellerini hissettim o yaşlı tahtaların derin çizgileri arasında.. Hep  bizi düşündüm.. karşısındaki ağaç kadar yaşayabilcek miyiz diye sordum kendime..  Hafifçe gülümsedim, arasıra geliriz o ağacın altında oturur ona arkadaşlık ederiz dedim kendi kendime.. bir kişi yetmiyor iki kişi kucaklarız onun emektar koca gövdesini diye umut ettim hep..

Şimdi kendimi biraz yok etmeliyim, nefesimi tutup ne kadar yaşabileceğimi görmem lazım.. Ben yokken bu sözcüklerin hepsi sende kalsın olur mu sevgilim..

“küçücük bir çocuk doğdu o gün, geceleri erkek, zamanın namlusunda ürkek ve sana olan aşkıyla herşeyden gerçek..

Hoşça kal..

20 Ekim 2010

Kalp Notları: Seni Seviyorum

Sızlayan ellerimle yazıyorum, gölgesi düşmüş kalp kırıklarımın matemli yalnızlığını. Acı yükseliyor yumruk duygularımın, sızlayan damarları arasından. Ufak çarpıntılar düşüyor, keşke yanımda olsan aşkım.. Dönüyor bir şeyler, ne başım ne dünya.. Küçücük ellerimden alınan, paketi açılmış çikolatanın, zihnimdeki çok istekli zamansızlığın acımasız gerçekleri var. Bilinmeyene savaş açmak değil , o puslu havada gökyüzüne atılan utangaç bakış. İçkinin ilk yudumuyla son yudumu arasında dudaklarımdaki cam bağımlılığını ölçen tutkulardan uzakta, üç dört ağacın arasında, zifiri karanlığa basıyorum ruhumu, süzülen yaşlarımın tuzlu hisleri arasından fısıldıyor adım aralıklarım..
Seni seviyorum..

Yaşaran gözlerimle yazıyorum, bir okul sırasına kazınmış baş harfler kadar derin izlerim. Saçına karışan rüzgarın, havayla paylaştığı tel tel kokunun, bir görünüp bir kaybolan bulutlu hava yıldızları gibiyiz.. Bir şekilde derimin altına giren tınıların, ilkbahar kuşlarının söylediği aşk şarkılarına karışası var.. Yeşilini zamana satan güzü sarıya boyayan yapraklar arasında, küfürlü istanbul temposunun kiremit kokulu salaş sokaklarında, yüksekliğinden korktuğum duvarlarına karalamışlar sözcüklerimi..
Seni seviyorum..

Titreyen bedenimle yazıyorum, yarıda kalmış her şeye söverek, geçiriyorum orospu olmuş zamanımı. Yol kenarlarında ruhu sıyrılmış, canı sökülmüş, tek atımlık kalp atışımla yaşıyorum. Sevmeyecek derken içilen son biranın rengine sığdırmak istiyorum sonbaharı.. Birkaç hırçın dalga sonrası beliren deniz köpüklerine, akşam üstü güneşini sürüp, hala yanımdasın duasıyla kapıyorum gözlerimi. Bir çocuk arabasını karşılıyor bedenim, ufak bir gülücük yakalamak için eğiliyorum yokluğunun üstüne. Yönlendirmeler, yansıtmalardan alacaklı, kuruş hesabı soran pinti kaderin hesap defterinde arıyorum aşkı. Dün koynumdaydın..
Seni seviyorum..

Aşık olan kalbimle yazıyorum, yalnız uyuduğum gecelerden kalma bir saplantı. Gelmeyeceğini düşündüğümde, yanıma kağıt kalem alır, salıncak bir ruh tahtası bulur, hislerimi üzerine oturttuktan sonra, gecenin şerefine yavaş yavaş nefes almaya başlardım. Gittin deyince, çekilen göğüs kafesimin boşluklarında gömülü huysuzluğunda, geceye bulanmış siyah martılar görürdüm. Günaha kanat çırparlar o saatte, görünmeyenle beslenip, umutsuzluğa göç ederlerdi.. Sevdiğim tek şey var o zamanlardan. Güneşin, tüm aşağılık hakaretlere rağmen, ağır ağır, her saniye büyüyerek, ışığına senide katarak içimde yeniden doğması..O zamanlar da söylerdim aşkım,
Seni seviyorum

Ölmek istiyorsun..
 Senden ricam bensiz ölme olur mu?


Green Eyes

Honey you are a rock
Upon which I stand
And I come here to talk
I hope you understand

The green eyes
Yeah the spotlight
Shines upon you

And how could
Anybody
Deny you

I came here with a load
And it feels so much lighter
Now I've met you

Honey you should know
That I could never go on
Without you

Green eyes

Honey you are the sea
Upon which I float
And I came here to talk
I think you should know

The green eyes
You're the one that I wanted to find
And anyone who tried to deny you,
Must be out of their minds

'Cause I came here with a load
And it feels so much lighter since I met you

Honey you should know,
That I could never go on
Without you

Green eyes, green eyes, ohohoh...

Honey you are a rock
Upon which I stand.

13 Ekim 2010

Hayal Notları:Yalnız Adamın Günlüğü

Altıgen sınırlar var her yanımda köşelerini bilmediğim kenarlar acıtıyor ruhumu. Hizaya dizilmiş askerler gibi simetriğiz, disiplin içip sabahları demir ayazını yanağımıza bastırıyoruz. Kimler gördü içtiğin son sigarayı? Bir kuşun insaflı bakışlarına mı sığdırdın pişmanlığını? Yoksa istemeden sürttüğün ayaklarının geri gelmeyeceğini mi düşündün? Peki o eski binanın gölgesinde hangi yağmurdan kaçıyorsun? Rutubet kokusuna nispet eder gibi soluyorsun sabitliğini..Geçmişin şuursuz yoğunluğuna dayadığın sırtın, o soğuk duvarların ciğerine akıttığı yağmur damlaları kadar sinsi. Sen sevecen bakmamalısın, tek boyutlu duygularının içinde tutunacağı hiç bir yer kalmamışken asla kimsesizlikten söz etme..İstiklal caddesini herkesten hızlı yürüyerek, gördüğün insan tabelalarının hep en ıssız kısımlarına bakarak, cadde sonunda düşüncelerinin sahipsiz caniliğini sonlandıramazsın. Oyalamak istediğin kıvılcım isteklerini bastıramayacak kadar insansın çünkü..

9 Ekim 2010

Kafa Notları: Yağmur Düşünceleri

Sancılı kalp dokunuşlarının parlak mutluluklar arasındaki utangaç bedenleriz biz. Sevilmeye tahammül edemeyip sistem boşluklarından aşka küfrederiz. Geceleri yarım açtığımız avuçlarımıza koyarız umutlarımızı. Herşeyin tersine inanıp, bütün gerçeklerden nefret ederiz. Eskiyi çok severiz.. Geleceği yaşayıp geçmiş yapmayı da çok severiz. Çok hızlı döneriz ama hep aynı noktaya bakıp, göremediklerimizin olmadığına inanıp, kendimize değil hayata at gözlüğü takarız.. Bazen yağmuru severken, yanımızdan geçen arabanın sıçrattığı sudan da nefret ederiz. Damarlarımıza çelişki yuvaları yapıp, dünyanın düzenine doz aşımıyla dayanıp, çıkıp gitmeyi bekliyoruz o kapıdan..Kimsesiz bir istek var içimizde ateşlenen, dönüp bakabilmek ve gülümseyebilmek.. Dileneceğin zamandan aldığın karşılıksız pişmanlığın darmadağan ettiği, her şeyin başladığı yerdesin. Hadi!! Bütün hayatın boyunca hesapla o adımı ve bırak kendini boşluk sandığın varlığın en ıssız köşelerine.. Sanırım yalnızsın ama korkma tüm yalnızlar beraber ölür..

Sevgilime;
her yağmurda sen ıslatıyorsun bedenimi..

4 Ekim 2010

Kalp Notları: Sen ve Ben

Ne çok bakmıştım o telefona,  ne çok sıkmıştım ellerimle. Bir tek titreşim ( ben titreşimde kullanırım hep) bir tek mesaj için saatlerce beklediğimi bilirim. Yine yoğun bir haftanın bitkinliğini üstüme almış, üşümemek için hafta sonunun boş saatlerine sarılmış orta seviye motivasyonumla odama döndüm. İlk işim üstümde ne varsa ( para, telefon, saat ..) çıkarıp çekmeyeceğe koymak olur. Telefonumu çıkartıp yerine koyarken yanlışlıkla bir tuşuna bastım ve bir cevapsız arama yazısı gözüme çarptı. Onla tanıştığımdan beri bütün telefon hareketlerinin ondan geldiğini sanıyorum. Bu yüzden bankalarla ve turkcell in gönderdiği mesajlara acaip kılım. Kısacık sürede bedenime gerekli umudu yükleyerek, beynimden gelen saçmalama artık sinyalleri arasında baktım kim aradığına. Evet oydu.. Aramıştı, zihnim sabah programı sunucuları gibi aynı anda iki zıt soruyu sorarak işini sansa birakmayan çok bilmiş bir edayla yanıma yaklaşırken. Seyirciler arasından merak kendini belli etmeyi unutmadı. Aradığında dersteydim ve bu yüzden ciddi bir tripten kurtulmuştum, geriye sadece soru işaretlerimi tatmin etmek kalıyordu. Akşam konuşma sansımız olduğunda, ilk yazdığı şeyin “canım” ile başlıyor olması ve sonrasında ses tonundaki albeni, tek yöndeki bekleyişimin sabır taşlarıma işlenmiş en güzel motifi oldu.  Zira sabrın sonu selamet lafını ağzımda gevelemekten bıkmış birkaç kelimem, bir daha  aynı cümlede bulunmak istemiyor. Sonrasında harika bir konuşma geçirdik, sesini, gülüşünü kısacası onu hissetmeyi öyle çok özlemişimki, yıllarını denizde geçirmiş bir kaptanın, ufuk çizgisine işlediği hayali çiftler gibiydik.. Küçücük bir çocuk doğdu o gün, geceleri erkek, zamanın namlusunda ürkek ve sana olan aşkıyla herşeyden gerçek..
Yalnız kalmayı, kendimle başbaşa olmayı çok severim. Düşüncelere, hayallere boğarım kendimi,  eline dünyası oyuncak olarak verilmiş küçük çocuklar gibi döner dururum kendi varlığım altında. Bazen kaldırır kafamı bakarım etrafıma, çiftler görürüm, bir bedende saklanmış küçücük umutlar gibi ışık saçarak dolaşırlar. Bazen bir çay bahçesinde boğaza karşı içtiğim kahvenin sıcaklığına usulca yerleştiririm seni. Yalnızlığımın doğurduğu babasız isteklerimin kimliği belirsiz insanlarca kaçırılmasından korksamda, fidye olarak aşkımı isteyen bir kadının asiliğinde sonlandırırım hayallerimi. Çok uzun zamandır bana abilik yapan mantığım sayesinde koruduğum ilklerimi, bir babanne sandığının, işlemeli kumaşları arasından yadigar olarak çıkarmaktayım. Ruhumu teninde gezdirirken, huzur tutmuş dudaklarına ilk öpücüğü kondurma hayaliyle besliyorum kalbimi ve uzun yürüyüşlerimin adım aralıklarında ezberliyorum o melek yüzünü..
Gözlerinde kayboldukça, keşfedilmemiş satırlarda buluyorum seni. Her kelimemde borçlu olduğum sana, sayfalar dolusu aşk romanı yazmak istiyor hislerim. Yalnız yaşamımın dönüm noktasını, tutarsız centilmenliğime sığdararak,  aramızdaki sevginin önsözünü yazmak istiyor parmaklarım. Yıllara böldüğüm sayfaların rutubet kokusunda, siyah bir mürekkeb ile karalıyorum son satırlarımı;

Sen..birlikte hayat yazacağım kadın,
seni seviyorum..

2 Ekim 2010

Kafa Notları: Köşe Bulmaca

“Kuru sonbahar yapraklarına dokunu­­yor ellerim, sen her yerimdesin..”

Güne uyanmak bu aralar eziyetten öte kuruntulu yıpranışlar barındırıyor. Bilerek alarmı yarım saat erkene kuruyorum, çünkü uyanınca bedenim benden dakikalarca uyku dileniyor. Gerçi haklıda, günde ortalama 5 saat uyuyan bir zihniyetin beden parçalarını oluşturduğundan, yetmiyor ona da. Hafta içi her sabah 08.30 da başlayan derslerim sayesinde, memur zihniyetinde lanet okuyorum hayata. Ufak dokunuşlar barınıyor kabuk tutmuş yalnızlığımın altında. Yer yer utangaç kızarıklıklar var kafamda, kaşıyınca şişip kanıyorlar.. Bilmediğin bir cemberin içinde, pürüzsüz görünen herşeyin kirli geçmişine bakarak uzaklaşıyorum kendimden. Çok istenilen ile az bulunan arasındaki inahet kardeşliğine bir dönek bulup ikisinide yerle bir edebilecek tanıdık insanlar bakınıyorum çevremde. Fakat  arka odadaki hararetli tartışma, henüz müşterilerin kulağına gitmedi. Birbirimize fırlattığımız sevgi artıklarından, isabet  gören kalp atışlarıma, biraz tutarsızlık katarak, sahte bir diklikte devam ediyorum hayatıma.
Uyku bana yanaştıkça bende kafeinle daha yakın arkadaş oluyorum. Perşembe günü derste uyumamak adına 2 bardak kahve bir de expresso içerek, gün içerinde dengesizlik ve sakarlık vukuatlarını maksimuma çıkarmayı başardım, dikkat dağınıklığı da cabası zaten. Sanırım ben uyanık olmayı sevdiğim kadar yaşarken dalgın olmayıda seviyorum. Hayatın şeritlerinde takılıp, sabitliğiyle baş döndüren ufacık düşence boşlukları, bu aralar yüzümü güldüren şeyler.. Aa birde bugun metroda koca koca 1313 sayısını görünce ufak bir tebessüm oluştu bende. !3 sayısıyla garip bir bağ var aramda. Ne zaman görsem, duysam, kullansam mutlu olurum. Öyle ki imzamın içine bile yerleştirmeyi başardım. Hayatımda böyle gizemli mutluluklar olması, çok fazla detay kurcalayan biri için akşamüstü çay molaları gibidir. Yinede bir yerlerde kaybolmalıyım diye kendimi söylenip bulutmu bir istanbul da üşümüyorum diye önüme gelene küfrediyorum..
Bugün son dersimin bitimiyle beraber, çocuklar gibi sevinen ruhum, gümüşsuyunun kasvetli binaları arasında kendini durgunluk sınırlarına getirerek, kalbimden ayaklarıma doğru ağırlaşan bir bedeni metabolizmasına kabul ettirdi. Sonra birden sonbahar da olduğumuz aklıma geldi, birden ağaç aramaya başladım, buldumda.. sonra kuru sonbahar yaprakları bakındım ve kocaman bir tane gördüm. Avucumun içine aldım, yavaşca sıktım ve ufalamaya başladım onu. Elimden düşen yaprak parçalarının yere çarpışını, duygusal bir şarkıya iliştirip yine ufak bir ev yapmıştım kendime,  yaprak bittiğinde elimi yavaşca yüzüme yaklaştırdım ve kokladım.. evet müthiş bir kokusu vardır sonbahar yapraklarının.. Her saniyesinde onu içime çekiyor gibi kokaladım ve mırıldandım,


Kuru sonbahar yapraklarına dokunuyor ellerim, sen her yerimdesin..


Coldplay - Trouble


I AM YOUR MAN


If you want a lover
I'll do anything you ask me to
And if you want another kind of love
I'll wear a mask for you
If you want a partner
Take my hand
Or if you want to strike me down in anger
Here I stand
I'm your man

If you want a boxer
I will step into the ring for you
And if you want a doctor
I'll examine every inch of you
If you want a driver
Climb inside
Or if you want to take me for a ride
You know you can
I'm your man

Ah, the moon's too bright
The chain's too tight
The beast won't go to sleep
I've been runnin' through, these promises to you
That I made and I could not keep
Ah but a man never got a woman back
Not by beggin' on his knees
Or I'd crawl to you baby
And I'd fall at your feet
And I'd howl at your beauty
Like a dog in heat
And I'd claw at your heart
And I'd tear at your sheet
I'd say please
I'm your man

And if you've got to sleep
A moment on the road
I will steer for you
And if you want to work the street alone
I'll disappear for you
If you want a father for your child
Or only wanna walk with me a while
Across the sand
I'm your man

If you want a lover
I'll do anything you ask me to
And if you want another kind of love

27 Eylül 2010

Kafa Notları: Duyusuz

Titreyen ellerimde dolaşan birkaç karıncanın dokunuşları arasındaki hisli ve gıdıklayıcı yaşamımı saatlerce izler oldum bugünlerde. Aradığımın karşılığını alamamak gibi bir problem var giysi dolabımda. Daha çok bir gözüm uykuya cilve yaparken yarı ayarttığım beynimle elbise seçmek sabahın köründe.. Karar verecek ne çok şey var derken yerinde saydığının farkına varmak, ayaklarının çıplak durğunda, kendine birkaç soru sorup amaçı sapıtmak aslında yaptığım. Genelde elim enseme doğru gider, beynime kurmalı saat muamelesi yaparım, kaşıdıkça, karıştırdıkça birşeyler bulacakmışın gibi.. Zaman daraldıkça, seçeneklerde azalır. Beğenerek aldıklarının arasında giyip eskitlerin de vardır. Anılarıma sığınmalı yoksa isteklerinin masumluğuna aldanıp güne bir adım mahçup mu başlamalı bilemem ama bu anlarda genelde bir elbiseyi elimde tutarım, 1 şise rakı bittiğinde bardağı tutar gibi. Çok dönence vardır sığınak gördüğün kapıların ardında. Açıları hesaplar, bir ışık düştüğünde üzerime, gökyüzünde ararım sebebini. Yüreğimin içine bakamayacak kadar küçüktür bedeni. Sadece ezberim oynar, sıkılan dudaklarım arasından. Kalın mavi bir perdenin aydınlığa olan düşmanlığından, zihne giren karanlıkların, hayata dönmek için daha derinlere ihtihar etmesidir trajediye ayak uydurmak. Hiç istemeden, görmediğin bir sabahda üç beş belkinin arasında kirlettiğim sayfaların kokusuna dayanamayıp, odamdan kaçışlarım var ara sıra..
İçtiğin son yudumu, azıcık eğdiğin boynunla, birkaç cümle mırıldandın, nasıl duyabilirim ki seni ağzındaki ben olduktan sonra.. Ruhsal dönemeçlerinde hep seni yoldan çıkaran tabelalar gibi gördün beni. İşaretime bakmadan kalıplarımla sorguladın beni, yerimden çıkacağımı bilerek hep yok etmekle tehtin ettin beni. Sabitliğimden sikayetçi oldun, arada kötü bir şöför olduğunu da düşünüyordun ama bu senin şucun değildi. İstediğin insan üstü şeyleri  yakalarımıza iliştirip hayatlarına geri yollamak istedin. Peki yanağından süzülen yaş nedendi? Ağlıyormusun yoksa? Ne çok sakladın dimi içindekilerini ve ne çok korktun.. Eskiden beraber korkardık.. sesini duydukça, sen konuştukça azalırdı herşey, sadece seni verirdi hayat bana sadece seni.. Kendini benden çalarak, itaat etmediğin kaderin kabadayılığına en büyük hizmeti verdin. Her seferinde seni senden istemek, kalbime anlatamadığım bir yüzsüzlük olsada, ezilen siyah üzümler gibi hep şarap olmayı hayal ettik.. Bana muhattap bıraktığın kimsesizliğinle kafa tutuyorsun içimdeki sevgiye. Hayatının arasına şıkıştırdığın kitap ayıracı oldum, en sevdiğin sayfalarındım, yırtıp almak istemezdim ama defalarca kapatırdın yüzüme, rutubet kokan basit eskizli kapakları.. Beni her zaman yerinde bulmaya o kadar alıştınki, gittiğimi düşündüğünde usulca, yavaş yavaş bakardın bana. Kımıldadığın en ince dalın üstünce, sevdiğin meyveye feda etmek gibi hayatını..Bu sabah göremedin ya da görmemeyi diliyordun ama yine bıraktığım yerdeydim. Sen çift canınla başka bir erkeğe ağlarken bir gözünle hep bana baktın gitmiş mi diye. Aniden bastıran yağmurdaki yavaş adımlı sabrımla sadece olanları izliyordum.. Aramıza daha ne kadar çok şey koyabileceğini merak ediyordum sadece..
Hislerimi sorgulayacak bir kontrol mekanizması barındırmam bu bedende, dışardan bakıp tükürdüğün bir kaldırım taşına, tüm minnet duygularını vermek kadar duyusuz bir durum bu..
Sokağın sonu ile başı arasındaki fark, halen aynı sokakta olduğun gerçeğinin yüz vermediği orospu bir yalandan ibarettir.. Bizi buna bulaştırma..




Ain't No Cure For Love




I loved you for a long, long time
I know this love is real
It don't matter how it all went wrong
That don't change the way I feel
And I can't believe that time's
Gonna heal this wound I'm speaking of
There ain't no cure,
There ain't no cure,
There ain't no cure for love

25 Eylül 2010

Kafa Notları: Benim Bütün Rüyalarım Seninle..

Tarih 31 Aralık 2008, abim telefonla aramış ( o aralar Trabzon – Soçi arası bir feribotta 2. Kaptanlık yapıyordu ) o gün trabzon limanında olacaklarını söylemiş ve yılbaşına girerken gelip gemide onunla kalmak isteyip istemeyeceğimi sormuştu. Abim, deniz ve ilk gez rahatca gezebileceğim gemi üçlüsü sayesinden yola çıkmıştım çoktan. Abimin kamarasına girince biraz garip hissettim kendimi biraz kücüktü ama onun saatlerini, günlerini ve aylarını geçirdiği yer olması farklı bir iz bıraktı bende. Duvarındaki büyük gül eksizi  güzelliğinin yanında altında bulunan tarihlede insanı düşündüren bir öğeydi. Kamarada fazla durmayarak, güverteye çıktık. Açık havada içelen çay ve oynanan iki parti tavladan sonra biraz gemiyi gezdik ve ufaktan muhabbete başladık. Ayaklarımız, geminin arka tarafında, gemici diliyle kıç tarafında durduğunda, sözler daha derinden daha yürekten çıkmaya başlamıştı bile. Yüzümüz denize dönük, içimize poyrazı alarak, üşüyen bedene inat bulunduğumuz yerden ayrılmıyorduk. O konuşma hep aklımdadır ama unutmadığım bir sözü vardır abimin. Taner, sıkıldım yalnız yaşamaktan, deniz hayatından. Düzenli bir hayat istiyorum.. Bu cümleler çoğu kaptanın ağzından çıkabilir ama o an yerimde olsaydınız, bunun ne kadar içten ne kadar saf ve bir o kadar güçlü bir istek olduğunu anlardınız.. O zamanlar içimden geçirmiştim, umarım bu isteğinin kısa sürede, bir yerlerde onaylanarak ona geri döner diye. Nitekim bundan 5 ay sonra tanıştığı Gamze ablamla dün itibariyle bir ömrü paylaşmak için evet dediler. Şimdi gelelim düğün günü 24 Eylül Cuma nasıl başladı?
Sabah yarı uyurken birden o sersem bilincimden çok net bir soru çıktı, sence saat yedi olmamışmıdır bir gariplik yok mu? Anında gözlerimi açtım saate baktım, evet saat 07.45 ve benim alarmım 07.00 a kuruluydu. Hemen oda arkadaşımı tekmeleyerek uyandırdım çünkü onunda dersi vardı ve o da uyuyakalmıştı, sinirimi çıkardım işte. Acele edilen duş sonrasında teknik resim dersim için gerekli ekipmanları toplayarak odadan koşarak ayrıldım. Bu güne 10-0 yenik başlamak gibi bir şeydi benim için. Taksim e gitme çabaları ve derse 25 dk geç girdiğimde anfinin en arkasında yer buluşum, oradan tahtayı göremeyişim ve hocanında uygulamının bütün detaylarını bitirmiş olması, eziyetin gün içerisindeki en güzel sırıtışlarındandı. Hemen arkadaşların yanına sıvışarak gerekli bilgileri aldım ve uygulamaya başladım.. İlk uygulama 3 haftalık bir ödevdi, tam dersten erken çıkar 11.30 da Havaş a yetişirim derken gelen 2. Uygulama, çizilmesi gereken 5 tane karışık şekil ve 12.00 bitiş saati, tam bir tokat niteliğindeydi. Hocaların söylediklerinden kulağıma takılan arkadaşlar biraz çizip dinlenin sözlerine inat 2.5 saat ayakta çizim yaptım nitekim bir saat önceden 3 resmi çizerek koşarak fakülteden ayrıldım. Gümüşsuyundan Taksim e çok kez çıktım ama koşarak ve 3.5 dk da çıktığımı hiç hatırlamıyorum. Son dakka yetiştiğim havaşta yerimi aldığımda,  bedenim isyan bayrağını çoktan çekmişti. Birkaç derin nefes, üç-beş telefon görüşmesinden sonra kendimi daha iyi hissettim. Tam boğazdan geçerken onu aradım ama ulaşamadım, olsun yine de boğaz ve o müthiş bir ikili.. Hava alanından içeri girdiğimde istanbul – trabzon için yapılan son çağrı anonsuyla kısa süreli paniklesemde, danışmadaki bayanın ağzından o yanlış anonstu sözü içimi rahatlattı. Birde en sevdiğim yerden acil çıkış kapısı bölümünden( koltuk araları çok geniş tam benlik ) verdiği bilet sonrası biraz neşelendim. Saatime baktım 1 saat vardı uçağa bilerek en yavaş adımlarımla uçak giriş salonuna geçtim. Kapılar açıldı herkes girdi, genelde en son girerim uçağa salonda yalnız olmak hep güzel bir his olmuştur benim için. Yerime geçerken gördüğüm tombul yanaklı mavi gözlü kız bebeğiyle birkaç saniye bakıştıkmak ona bakıyor izlemini uyandırdı bende. Yerime geçtiğimde arkamdaki 2 iş adamının ellerinde 500 sayfalık notlarla, çok önemli bir toplantıya gidiyor olmaları ilk gözüme çarpan şeydi. Biraz uyuduktan sonra gömüldüğüm kitabın, basınç değişikliğinden her zaman ağıran sağ kulağım ve yanımdaki adamın posta gazetesi okurken ön sayfadaki anne-kız grup sex yaptı haberini okuduktan sonra direk 5. Sayfayı açıp haberin detayları bakması uçak notları arasındaydı. Eve geldiğimde saat 5 olmuştu ve yaklaşık 1 gündür yemek yememiştim. Bu zorunlu orucu anne yemeğiyle bozmak ve sonrasında o müthiş tatlısından yemek ( dilim sayısı vermek istemiyorum ) harikaydı. Apar topar giyinilen takım elbise ile düğün evine abimin yanına gittim. Masa üstünde gördüğüm fotoğraf makinesi  o geceki en yakın dostum olmaya aday bir izlenim bıraktı bende.. Konvoy şekilde düğüne salonuna gidiş, olması adetten olan aksilikler derken bir bakmışım abim ve gamze ablam evet demişler. Bir ömrü birbirlerini hediye etmek, her nefesini bir başkasıyla paylaşmak, sanırım gözlerindeki kocaman partıltıyı açıklıyordu. Sonra dansa geçtiler, sadece gözlerinin içine bakarak dans ettiler. Elimde fotoğraf makinesi harika kareler yakalamsa, aklımda hep başka karaler vardı. Kendi kendimin resmini çekiyor gibiydim. Biz de dans ediyorduk orada.. Onunla da paylaştım bunu, çok.. çok güzel bir andı. Kesilen pasta, rize geleneği takılan takılar ve en son çekilen hatıra fotoğraflarından sonra salonda kalen aile yakınlarında her zamanki gibi durgunluk vardı. Değişen alışkanlıkların,  beynine sorduğu acımasız soruları, ne kadar uğraşsanda yansır yüz ifadene. Benim için çok bir şey değişmedi yalnızca artık, abimi, ablamı ve anne babamı görmek için üç tane ev dolaşmam gerekecek..
Gecenin sonunda, abimin çok yakın arkadaşının kızı, Ezel in yeni uyanmış haliyle bana gülümseyişi ve o küçücük parmaklarıyla elimi sıkıca tutuşu, seni bana getirdi biran..

Mutluluklar
İdris & Gamze


Not: Fotoğraflar benim objektifimden

21 Eylül 2010

Hayal Notları:Yalnız Adamın Doğum Günü

Çok fazla dem var bu kederin içinde. Yarım mutluluklarla servis yapılan yıldönümü pastasıyım sanki. Işıkları kapalı dünyanın, ayıcığıyla uyuyan çocuklarıyız sanki. Kandırılmışlık hissi ile attığın suçlu adımların birer hesabı olmalı diye kendini cimciklerken, daha fazla büyüyen gözbebeklerinde bir satır yazı belirir. Pek hoşuna gitmez ama yine de seversin işte ya da bari bugün seveyim dersin. Merdivenlere gelince, basamaklar, beden yüksekliğinden  atılmış hayal kırıklarıklarıyla doludur. Birkaç saniye yumar gözlerini, aldığı derin bir nefes vardır çok eskilerden, çocukluk yıllarından.. Aralanan dudağından, çıplaklığını hissettiği dişleri, ısırınca yaşadığı zamanı, açar gözlerini kapı önünde. Bir elini duvara yaslar, azıcık soğuktur. Ellerini düşünür, avuçlarında son aşkının sıcaklığı gitmemişken üşümesi, artık kesinlikle yaşlanıyordu. Birşeyler onsuz karar almaya başlamıştı, gidenleri düşündükçe, kalanlarını, kalıntılar arasında bıraktığından beri böyleydi hayat.. Sanırım dediği bir anda zile dokundu eli. Zihnine dokundu demeliydi, isteyerek yapmacaktı bu gece olanları, öyle anlaşmıştı kendisiyle. Tereddütüne sahip çıkamayacağını anladığı anda kapı açıldı. Çok gülmüyordu ama güzel bakıyordu, hep böyle baksaydı keşke dedi sessizce. İçinde, sabah üzeri içki sofrasından evine dönen, sorumsuzluğuna sorunlar eklemiş bitkin bir koca izleri varken çok zor gelmişti salona kadar yürümek. Bildikleri yüzünden yıllarca çektiği eziyetin yeni bir yaşın henüz başında, yine yanında olması, arkasına dönmesine neden oldu. Bir pencere, biraz duman, biraz bulut ve birkaç yıldızdı aradığı. Ne yazıkki çekiliydi perdeler, meraklı komşu gözlerine. Yine biliyordu yine deniyordu ve yine sadece bilmenin, sadece birkaç kalp atışı kazandırmasından başka hiçbir şey kazandırmadığını göremiyordu. Birkaç düşünce onu salona kadar getirmişti. Işıklar yandığında, kulağına gelen ilk sesle beraber büzüşen midesi,  kalbine doğru akan gözyaşlarını tetikliyor gibiydi. Somut bir iz aradı, bıraktıkları arasında hayalden öte bir şey kalmamıştı ellerinde.. Başını eğip kalbine baktı;

Sensiz bir yıl daha geçti sevgilim..

20 Eylül 2010

Kalp Notları: Cesetler

Değişiyor zamanla kuruntu sıkıntılarım, canının yandığını bilerek gülüyorsun ya da akışına uyamadığın hayatın dert koylarında sana bıraktığı acılara sere serpe uzanıyorsun.. Zor.. Beynine giren kurtçuğun amacı süzüntüler arasından kendi içine çekeceği yaşanılanlar değil, keşke öyle olsa ama kendi pişmanlığının saflığında, tüm birikintileri sana yolluyor. Kabul etmeyeceğin bir şeçenek yok, zaten soru da yok ortada. Geceleri ıssız sokaklarda dolanan cevaplar var. Polisiye dizilere nisbet her seferinde kaçıyorlar kalbimin hışmından. O da yoruldu, çok bitkin atıyor.. Eskinin verdiği ritimli yükseliğin egosu, şimdi nedensiz çakılmasının en büyük sebebi. Bu hayatta yaptığın düzgün şeylerden sonra tabandaki perdeleri açma fırsatını beklentilerinden oluşmuş bir köle ile sana veriyorlar. Gözlerinden içeri giren görüntünün zihnini uyuşturduğu, nabzının yükselişine damar bulamadığı bir manzara, seni varlığın yapışkan zemininde, bir ayağın çukurda bırakıyor. Bu yüzleşmek değil, bu yüzsüzleşmek resmen! Arsızın sisteminde, çarkların, işleyişine tecavüz etmesi gibi.. Beklentinin boşa çıkması zorlamıyor umut tutmuş kalbini, her durumda yanında birilerini yaşatmak bu. Yalnızlığın çilesini suyu çıkmayan kış meyvelerine aşılayıp, sonbahar  da yumduğun ellerini birbaşka ten de uyutmak bu..Tüm gece düşüntükten sonra, sabaha doğru şımarık pikenin içine çektiği sıcaklığını,  yokluğunun bir hediyesi olarak sanmak. Bile bile yokluğuna sarılmak bile bile yokluğunda var olmak..
Sayfalar.. Gömmeye çalıştığın sızıntı gündemini, sana canlı canlı sunan, temizlik abideleri.. Belki kıvrımlarına sokulduğunda, yok saydığın gururuna, çakılı birkaç ayak üzerinde derme çatma bir bedeni miras bırakmak ne kadar doğrudur bilinmez. Yaşadığın dakikaların sinsice geleceğini zehirlemesi ne kadar adaletli ise gözlerine baktığımda gülen yüzünün, bambaşka düşüncelerde yaşanılanlara küfretmesi bir o kadar yıkıcı.. Bir elin belinde, benliğini karıştırırken o çorbada, karar vermediğin akşam yemeğinin üzüntüsünü, bir öpücükle geçiren eşinin bakışları arasında tartamadığın mutluluğunun, tezgahın üzerinde kalan şeker tozlarıyla şerbetlenmesi gibidir dokunuşlarım. Yazabildiğim her kelimenin nedenini hem kutsalıp hem lanetlemektir.. Çok, çok.. isteyipte, acılara sarılmaktır bu, bir düşünce geçerken ellerinden, kalbinin, göğüs kafesini basamak yapıp sadece ona uluşmayı dilemesidir. Bir ermeni müziğinde, klarnete hayat verip olduğun yerde saatlerce saklanmaktır bu aralar yaptığım. Çok düşünmemek, en büyük isteğim de olsa rüyalarımın hep bir bekleyeni var. Sen.. Dönülmez yolların yolcusu, renkli gözlerinde soldurduğun hayatının matem tutamayan çocuksu oyuncusu.. Bir rakı sofrasında bitirimediğim göz yaşlarımın, önce zihnine ordan da kalbine damladığı o ela göldeki en güzel balığımsın..
Yamacımda her gece başka, her gece daha fazla ve her gece daha yavaş içime giren, bırakamadığın bir aşk  var, sınırlarını koyamadığım, öldürmeye teşebbüs bile edemediğim bir suçlu o. Yargılanmayacağı bilincinin küstah rahatlığı var üstünde. Mahkemesi onda kaldı, zaten o da hiçbir duruşmaya katılmadı, ömür boyu birliktelik cezasından korkuyordu. Sahte avukatlar tuttu yalanlarını acımasızca söyleyen, küçücük şaitleri oldu geceleri öpüştüğü.. Çok düşünmedi.. sadece birşeyler istedi hep istedi hayatının her anında bir şeyler istedi, geceleri ağlerkende istedi, sevgilisinin omzunda yatarken de istedi.. Susamadı..Susunca karışacağı siste önüne görememekten korktu hep. Kaptanı olmak istedi hep peşinden getirdiği insanların, onları öldüreceğini bile bile.. Geriye dönüp bakmaz hiçbir zaman, enkaz görmek istemez.. Koyacak yeri kalmadığında, bir gün üstüne düşecek cesetin, sevdiği iğrenç kokusunda durduracak nefesini, son bir kez gülecek hayatına çünkü o hep güldüğünde ağlardı..
Başkasının gözlerindeki hiçliğinle bitirirken geceni, benim için de bir sigara yak..

                                    Duman

18 Eylül 2010

Kalp Notları: Dikenlerin İçinden

Bu zamana kadar kurduğum cümlelere tekrar bakardım, çok düşünürdüm, tamam kendimi yazardım ama yine etrafa,  okuyanlara ne bileyim dikkat ederdim işte ama bu gece aşkın kutsadığı o hançer öyle derinlere indi ki. Düşüncelerimin en ufak bir hassasiyete dahi tahammülü yok.  Çok bahsettim bu zamana kadar düşüncelerimden, onların sapkınlıklarını anlattım, onların nasıl hayatımı delik deşik edebildiklerinden bahsettim. Fakat hiçbir zaman, kamaşan gözlerime vuran ışığın, duygularıma verdiği geçici körlükten bahsetmedim.. Bunun geçici kelimesini hakekmesinin tek bir sebebi var nefes alıyor olmam. Şu an bu bedeni ayakta tutuyorsam, yutuyorum demektir. Fakat aşk acısıyla yenen sevgi, senin hayvan sandığın insanların ağzında geviş getirmek gibidir. Yutarsın  geri gelir yine yutarsın ve yine geri gelir. Nasıl bir tat bilir misin? Tam kusacakmış gibi olup ağzına gelen o azıcık sıvı gibi. Kendi içindeki sıvının seni lanetlemesi gibi, hislerine attığın kurşunun seni tam kalbinin ortasından vurması gibi.. Yazdıklarımın, yazacaklarımın aslında hiçbir tarifi yok. Bu gece ki şirretliğinin sömürgesinde acıya kalem tutanın, gözünü yıldızlara değil, o hiçbir zaman kafasını kapatmayan yastığın yoksulluğana açması gibi. Ne gördüğündür dünya ne de düşündüğün.. İçine koyduğun boş inanışlarla, bir ömür, kaderinin sergisinde bilmediğin varlıklar tarafından yapılmış resimlere, çocukca anlamlar yükleyip kendi oyun bahçende kendi yokluğuna ağlamaktır yaptığın. Herkesin aklına gelir ”ben şunu istersem yaparım, bu yanlış bişe ama yapabilirim benim buna gücüm var” diye. Bunu herkes düşünür dimi? En  sapkın, en cani düşünceler bile gelir insanın aklına. Fakat bir çoğunun durakladığında kendisine sorduğu bir soru vardır. Belki ömrü boyunca sürekli sorduğu bir sorudur o ama hiçbir zaman bu şekilde cevap olmak istemediğidir o soru. Kimseyi sevmeden bu dünyada yaşabilirsiniz, emin olun yaşarsınız bir şekilde. Zaten içinizde yalnız olmadığınızı anlarsınız, birileri bizi her durumda yaşama itmek için dizayn etmiş. Onun amacı nefes aldığımız sürece işlemekte. Ama aynanın karşına geçtiğinde gece uyutamadıysan düşüncelerini, yalnızlığınla gizlice seviştikten sonra almayı unutmuşsan ertesi gün hapını, o zaman içinde seni döller kendine nefret.  Parazittir, o büyürken sen küçülürsün. Durduramazsın onu, hergün kemirir her gün daha iştahlı bitirir seni. Sen, o zaman yaşamak istemezsin ve yaşamayazsında.. Ta ki.. Her hücreni tek tek, kanaya kanaya, doğmamış yoksulluğuna kürtaj yapana kadar..  Bu hayatta yeniden doğmak diye bir şey yok. Ruhun zaten hiç doğmamıştı, bedenin sadece zamanını bekledi. Sen doğarken başında hep birileri vardı, zamana sus ve sessizce işle emri veren, sen her tökezlediğinde o sadece de gülümsedi, sen her bilincini uyuşturduğunda o sadece saniyeleri saydı. O hiç durmayacak, durmadıkça hiç kimse yeniden doğamayacak ve kimse bunu yediremediği için kendine, doğmak istediğini aklının bir ucuna getirmeye bile cesaret edemeyecek. Kaçacak, uzaklaşmaya çalışıcak. Her gördüğü köylüye yeni dağlar soracak ama kalp atışlarının yuvarlak olduğunu, attığı her adımda başlangıcına yaklaştığını hiçbir zaman anlamayacak.. Üşüyen ayaklarım var bu gece, aslında onlar uzun zamandır üşüyorlar. Demiri ısıtmak gibi bu, kor duygularımın yerini buzul hiçliğim alıyor sadece.. Diken diken olmuş tüylerim var, korkumun bir bedelini ödemek için fedakar oldukları kalbe lanet etseler bile dimdik ayaktalar. Saatlerce aynı şekilde oturduğumdan ağıran eklemlerim var, onlar uyuşturduğun dengemin gazileri.. Kafamı taşıyamayan boynum var, eklediği her düşünceyle kendi çaresizliğini tokatlayan bir şizofrenle evli.. Kolumdan hiç çıkarmadğım bir bilekliğim var, kokumun sindiği her yerinde, seni hakettiğine inanan. Buruşuk mor bir havlum var, soğuk duşlarımda anne kucağı gibi beni saran. Ellerim, parmaklarım var, gökyüzene bakarken içime tohumlayan ilk çiceğin, son kökleri onlar. Ve bir kalbim var benim, ağzına kadar senle doldurduğum, şehrin suyuna, istanbul un suyuna zehir katacak kadar zalim olduğun, bir sen var onda. Geceyi yırtan nefesine kendini feda edecek yoksulluğum var içinde.. Ağzına kadar dolduğunda ebesine kadar sövdüğüm, göremediğimde büyüklüğüne tutunduğum ruhum var içinde..  Her bir boşluğa bıraktığın korkunla, anarken duraksadığın adımla, bakınca ağlayacağın yüzümle ve bunları okurken sıkışan kalbinle başbasasın artık, tıbkı istediğin gibi..
Ben çıldırmış kalbime beden bulamazken, titreyen sesimi ısıtıcak bir kıvılıcıma bile yalvaracakken, bana dün gece bir erkekle neler yaptığını anlattın. Amacın içindeki beni öldürmekti, o da bir canlıydı, en güçlü silahla, ihanetle vurmak istedin. Vurdun da ben yaptım diyen çocukların aptalca cesareti vardı sesinde, bu yüzden titremedi bu yüzden yavaş yavaş bastıra bastıra söyledin yaptığını. Unuttun ama, yine diğerleri gibi sandın fakat gene yanıldın, yanılabileceğini de biliyordun, bu sefer daha da büyük bir silahı kullandın, kendine zarar verdiğini söyledin. Yine titremedi sesin, o kadar emindin ki beni öldüreceğine. Açıkca söylemeliyim nerdeyse başaracaktın.. Senin kılına gelen zarara dayanamadığımı adın gibi biliyordun. Ama ölmedim bizim için yaşamalıydım ve yaşadım. Şuan bu satırları yazıyorsam bu geceyi bitirebilmem için bir umut var demektir. Ne demiş Nietzsche beni öldürmeyen acı güçlendirir.. Bu sabah bulutların arasından güneş doğuracak beni, perdeni açtığında direk karşında olacağım, daha güçlü  ve daha fazla içinde..


Şimdilik hoşça kal Elenore..


Kaleb - Kirajdice, Jabandice

Hızımı alamadım

Related Posts with Thumbnails