7 Eylül 2010

Kafa Notları: Çağlar Arasında

Çağlar arası yolculuktu dün gece yaşananlar. Uzun süre nefes aldıktan sonra bir kaç önemli hatıra ile bitirmekti hayatını, öldükten sonra zihnime yapılan kazılarla yavaşça gün yüzüne çıkıyor yaşadıklarım. Çok anlamlı olmasa da etkilendiğim doğru, yatmadan önce okumam gereken son şeyi okuyunca, yatak da göz kapaklarımda dolaşan peri tozlarının aslında şeytanın bilincime sürdüğü acı sanrılardan ibaret olduğunu anladım. Zamanın akıp gitmesi önemli değildi her zaman örtündüğüm mavi pikenin altında artık duramazdım, başka bir şeyler gerekiyordu ama ne? Dualar ettim kafamın içinden çıksın diye çünkü düşüncelerim günahlar kıyısında ufak bir şarapçıda sabahlıyordu. Hem zevk alıyor hem de azabın hazırladığı mezeleri tadıyordum. Sonrasında birazcık sızmışım tekrar uyandığımda bir elim çarşafı sıkıca tutuyordu. Yalnız uyurken insan bedenine en yakın olan varlıktan olsa gerek, istemeden sıkıca sarılası geliyor insanın. Biraz terlemiştim, böyle zamanlarda insanın zihnindekileri gecenin ve denizin siyahına yedirebileceği bir balkonu olması ne kadar güzel. Yıldızlar, karanlığın içine düşmüş sessizliği, gökyüzüne kafa tutmuş yumruklarıma krem gibi sürerken yerden ne kadar yüksek olduğumu ya ne kadar yükseleceğimi hesaplama derdine düştüm. Çok geçmedi bu sefer göz kapaklarıma kaygılarım oturdu ben de tekrar yatağa döndüm. Sanırım bir saat kadar sonra gördüğüm rüya yüzünden uyandım. Çok hatırlayan birisi değilimdir rüyalarımı, gün içinde düşünebileceğim bir şey olduğunda yarım yarım hatırlayabiliyorum. Bu sefer biraz farklı oldu, sıyırılan gecenin son saatlerinde bir çok duanın da sustuğu anlarda belki de yaşayabileceğim en iyi yerdi rüyam. Hafızamı zorlayarak bir şeyler çıkarmaya başladım. Eski zamanlarda yaşıyordum, eski bir çiftlik evim, bir ineğim, bir köpeğim ve bir de tavşanım vardı. İki küçük kızım ve her zaman işi başından aşkın güzel bir eşim bana eşlik ediyordu. Herkesin belli görevleri olduğu, çoğu akşam pişen aynı yemeğe, her seferinde farkı umutların katıldığı, kızlarımın küçücük ellerini öperken annelerine attığım o minnet bakışı, en iyi betimlemelerin zihnimde canlandırabileceği her noktayı tek tek işgal etti. Rüyalarım biraz  Tarantino'nun filmlerine benziyor. Yoğunca karakter tanımlamalarından sonra tek bir detayın atlanmadığı karmaşıklığın, alüminyum kağıtlar gibi düzelttiği sahneler.. Biraz daha ağır nefes almaya başlayınca ve sessizlik başınıza bela olmaya başladığında ise ya yastığınızı  daha önce hiç kullanmadığınız bir şekilde başınıza servis edin ya da kendi nefesinizi Buddha dan bir şarkı çalıyormuş gibi dinleyin. Son olarak  gözlerim kapandığında, odamdaki aydınlık, dip boyası gelmiş çakma esmerler gibi kendini gösteriyordu..
Öğlene doğru askerlik işlerini halletmek için evden çıktığımda yanıma mp3 ümü almayı unutmadım, rastgele play tuşuna bastığımda kulağıma gelen Zakk Wylde in sesini özlediğimi fark etmek güzel bir histi. Yaklaşık 10 gün önce  kusana kadar dinledikten sonra bir daha uzun süre dinleyeceğimi düşünmüyordum. Askerlik şubesine varınca insanda istemeden bir heyecan, bir dik duruş, bir yaka paça düzeni oluşuyor. Fakat içeri girip memur amcanın Ebru Gündeş dinlediğini duyduktan sonra biraz rahatladım. Sıram gelene kadar etrafa biraz bakındığımda,  başklarının dosyayla geldiklerini görünce, elimdeki tek kağıda olan güvenin iyice azaldı. Sonuç olarak da yetersiz bulunan kağıdım ve ben geri gönderildim. Biraz İTÜ ye biraz da askerlik şubesine serzenişte bulunarak uzaklaştım oradan. Hafif bir çarşı turundan sonra  eve geri dönüş kararıma ufak bir yağmur damlası eşlik edince, çabucak bir yağmur duası eşliğinde eve  doğru yürümeye başladım. Attığım her adımda daha da hızlandığı izlemine kapıldığım yağmur damlaları, çok geçmeden ıslaklığım ile başkaları tarafından deli mi bu dedikoduları arasına usulca yerleştirilmeme neden oldu. Saçlarımın ucundan süzülerek kendini boşluğa bırakan bütün damlaları, yere düştüğünde tüm o ıslaklığa karışacağını bildiğim halde, bir parçanmış gibi sevdim. Yağmurun en güzel yani tüm canlılara hatta cansızlara eşit davranması ve birçok duygunun içinde saklanabiliyor olması. Ağlamadım, ağlasaydım göz yaşlarım damlalara karışıp yok alacaktı, yok olmasın, sana karışsın istedim.. Yaşadığım duygusallık, paragraflar arasına sığdırılmış psişik cümlelerden ibaret. İçimdeki utangaçlığı yazıların arkasında tatmin edebiliyorum. Belki fazlası her zaman zarar oldu ama azı da her zaman yanak şişkinliği yaptı bende. Eve geldiğimde elbiselerle birlikte ağırlaşmış derimi, hiç bir kıyafetin içine sığdıramayacağımı düşündüğümden olsa gerek belli bir süre çıplaklığı tercih ettim. Böyle zamanlarda bedenimi ruhummuş gibi hissederim, nedense bu duygu her zaman iyi gelmiştir bana.. 
Son günlerde zamanı günlere, saatlere ve ya başka bir şeye bölme taraftarı değilim. Bununda insan zihnini kalıplara oturtma çalışmalarından biri olduğuna eminim. Ben sadece çağlar arasından yaşamayı kabullenebilirim galiba. Biraz uzun bir yazı oldu. Sabredip bu satırları okuyanları, bu yazıyı yazarken yanımdaymış gibi hayal edeceğim. Bide son olarak kafa notlarıma inanmayanlara kalpten bir notum olacak; hoşça kal..


And who by fire, who by water,
who in the sunshine, who in the night time,
who by high ordeal, who by common trial,
who in your merry merry month of may,
who by very slow decay,
and who shall I say is calling?
And who in her lonely slip, who by barbiturate,
who in these realms of love, who by something blunt,
and who by avalanche, who by powder,
who for his greed, who for his hunger,
and who shall I say is calling?

And who by brave assent, who by accident,
who in solitude, who in this mirror,
who by his lady's command, who by his own hand,
who in mortal chains, who in power,
and who shall I say is calling?

2 yorum:

my cracks

Hızımı alamadım

Related Posts with Thumbnails